Ege Yayınları, İstanbul, 2019
Ölüm üzerine araştırma belki de insanlığın en eski sorularından birisine
yanıt aranmasını içerdiğinden köklü bir geçmişe sahiptir. Evrim sürecinde,
çevresindekileri, kendini de kapsayarak incelemeye başlayan bilinçli insan
ne zaman ortaya çıktı sorusunun yanıtını tam olarak söyleyemesek de Orta
Paleolitik Dönem’de Homo cinsi üyelerinin ölülerini gömmelerinden hareketle
ölümü anlamlandırma çabasının izlerini takip edebilmekteyiz.
Birçok
bilim dalının ele aldığı Ölüm’e ait gerçekliğin sorgulanma süreci şimdiye kadar
çok büyük bir literatürün ortaya çıkmasına yol açtı. Bu arayış içinde Antropoloji
ve Arkeolojinin de devasa katkısı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Elinizdeki bu
kitap da çoğunlukla bu iki bilim dalında uzmanlık elde etmiş araştırmacıların
konuyla ilgili çalışmalarını içermektedir. Bu bilimsel yaklaşımlara ek olarak
halkbilimi, adli tıp, tarih ve sosyoloji bakış açılarını içeren bölümler de bu
kitapta yer almaktadır. Bu kapsamın birçok faydalı yönü var kuşkusuz ama
sağladığı önemli getirilerden biri, farklı terminolojileri barındırması ve
bunun da dışında konuyla ilgili farklı yazım tarzlarının, bilimsel üslupların
bir arada yer almasıdır. Bize göre, Ölüm(ün)
Antropolojisi adı altında düşünülebilecek bu kapsamlı alanyazına bütüncül
bir katkı sunulması ise insanı, geçmişi ve günümüzdeki haliyle, aynı zamanda
biyolojik yönleriyle de ele alan Antropolojinin altından kalkabileceği bir
yaklaşım.
Genel bir yargıyla söylemek gerekirse, biliminsanlarının önemli bir görevi,
kendilerinden önce çalışmalarda bulunmuş insanlara ait eserleri incelemek,
önceki sorulara bulunduğu çağın imkanlarıyla yanıtlar aramak ve yeni sorular
üretmektir. Bunu yaparken ardıllarının da tıpkı kendisinin yaptığı gibi
öncekileri kıyasıya eleştirmesi gerektiğinin de farkında olması bir miktar
insanın kendi ölümünün farkında olmasıyla benzeş görünmektedir. Ölüm bir son
değildir, daha çok bir mücadele alanıdır.
Kitabın içinde aynı anlamlara gelen farklı terimler bulunmaktadır. Bunun
nedeni, farklı disiplinlerin birbirinden bağımsız (ve bazen habersiz) bir
şekilde aynı konu üzerinde çalışırken ürettikleri yeni kavramlardan
kaynaklanmaktadır. Bir diğer neden ise, belli kelimelerin anlamlarının da bu
süreç içinde değiştirilerek kullanılması veya yeni/daha uygun olduğu düşünülen
terimlerin literatüre apansız girişleridir. Kitabın alt başlığında yer
alan Ölüm Uygulamaları buna bir örnek oluşturmaktadır. Literatürde
sıklıkla kullanılagelmiş Ölü Gömme Gelenekleri veya Ölü Gömme Adetleri’nin
yerine ve bu kitap içinde de bazen ölü gömme uygulamaları, gömü uygulamaları
gibi terimlere eşdeğer biçimde kullanılan Ölüm Uygulamaları, esasında ölüm ile
ilgili araştırma içinde insanbilim penceresinden bakıldığında en kapsamlı
terimi sunar görünmektedir. Ölüm Uygulamaları terimi, insan kültürlerinin
ölümle ilgili gelenekselleşmiş davranış kalıplarını içeren ve ilk olarak cenaze
törenlerini çağrıştıran diğerlerinin aksine içinde intiharı, cinayeti, insan
eti yemeyi, çeşitli şekillerde sergilemeyi, ölü yakınları açık alanda terk edip
gitmeyi, onları kuşlara yem etmeyi, ölümünden sonra yıllarca çalıştığı arkeolojik
yerleşmenin bulunduğu yerde gömülmek istemeyi ve daha birçoklarını kapsamaktadır. Aynı zamanda
ölülere ait kafataslarından yeniden yüzlendirmeyi, onlara ait çeşitli
kalıntıları elde tutmayı, bu kalıntıların bir kısmından müzik aletleri yapmayı,
son halleriyle fotoğraflar çektirmeyi, ölümün kutlanmasını, ölümle ilgili
ayinlerde toplu cinsel birleşmeler yaşanmasını, öte dünya ile ilgili
literatürü, kurban edilmeyi, ölüm orucunu, katliamları ve anmaları da içine
alarak gelenekselleşmesini istemeyeceğiniz daha birçoklarını da antropolojik
açıdan sorgulanmasını sağlar. Tabi, kültüre ait her bir ürün gibi bu terim de
doyum sağladığı ölçüde kalıcı olacaktır.
Birçok projede olduğu gibi bu çalışmada da kitabın hazırlanmasında çok
fazla insanın emeğinin geçtiğini söylememiz gerekiyor. Bu noktada kitabın
hazırlık sürecinde yardımlarını esirgemeyen değerli arkadaşlarımız Yasin Gökhan
Çakan, Burak Falay, Mine L. Durur, Oktay Erdemir, Sezen Ergin Zengin ve Ceylan
Yıldırım’a adını burada anamadığımız arkadaşlarımıza çok teşekkür ederiz.