KAÇ YAYLA? DOĞA-KÜLTÜR DÜALİZMLERİ ELEŞTİRİSİNDE BATESON ANTROPOLOJİSİNDEN DELEUZE-GUATTARİ FELSEFESİNE KAVRAMLARIN SEYRİ


Creative Commons License

AKBABA S. M.

FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), sa.38, ss.217-238, 2024 (Hakemli Dergi) identifier

Özet

Doğa, 19. yüzyılda teknik ve bilimsel gelişmeler ve akademinin kurumsallaşmasıyla felsefedeki öncelikli konumundan uzaklaşırken, araştırma nesnesi olarak doğa bilimlerinin konusu olmuştur. Genel olarak şeyleşme, bu bağlamda disiplinleşme sürecinde doğa bilimlerini takip eden sosyal bilimler, doğayı, artık insanlık ideali varsayılan kültür, uygarlık, toplum vb. tasarımlarının karşısına yerleştirmiştir. Doğa ne ideal olandır ne ideanın araştırıldığı yerdir, o artık ilkel olanın en kapsamlı adıdır. Toplumsal düzlemde ise doğal olan, arkaik geçmişin bir anomali olarak modern döneme uzanan kalıntılarıdır. Özellikle antropolojide, modern insanın tarih-öncesi geçmişi araştırılırken ilkel kabul ettikleri topluluklar incelenmiş ve onların neden doğaya hükmedemedikleri ve medenileşemedikleri tartışılmıştır. Uygar kalıbının dışında kalan toplulukları doğa durumunda kabul ettiği için insanmerkezci sayılabilecek bu geleneğin egemen olduğu dönemde, antropolog Bateson bu özcü anlatıları araştırmalarıyla eleştirmiştir. Topluluklar-arasını etkileşime dayalı bir alışveriş mantığıyla değil, ilişkisellik içerisinde değerlendirmiştir. Toplumsal değişimin evrensel bir mantığa sahip olabileceğini öne sürmüştür. Etnografyadan etolojiye varan incelemelerinde şizmogenez, yayla, rizom (köksap) gibi kavramlar üretmiştir. Deleuze-Guattari, Bateson’ın kavramlarını alımlamış, türler arası farklılıklar yerine onların aynı düzlemde hangi koşullarda geçişlere sahip olduklarını tartışmışlardır. Bu çalışmada antropolojiden felsefeye uzanan bu kavramsal geçişin bağlamsal olarak nasıl yeniden üretildiği öncelikle birincil kaynaklara başvurularak tartışılırken laytmotif olarak doğa ile kurulan düalizmlerin nasıl eleştirildiği gösterilmiştir.
In the 19th century, with technical and scientific advances and the institutionalization of the academy, nature moved away from its privileged position in philosophy and became the subject of natural sciences as research object. Following the natural sciences in the process of reification in general and disciplinarization in this context, the social sciences placed nature in opposition to the designs of culture, civilization, society, etc., which are now assumed to be the ideal of humanity. Nature is neither the ideal nor the place where the ideal is investigated, it is now the most comprehensive nickname for the primitive. On the social dimension, the natural is the remnants of the archaic past that extend into the modern period as an anomaly. Particularly in anthropology, when the prehistoric past of modern human was being studied, the communities considered primitive were examined and it was discussed why they could not dominate nature and civilize. In the period dominated by this tradition, which can be considered anthropocentrist because it considers communities outside the civilized mold to be in a state of nature, anthropologist Bateson criticized these essentialist narratives with his research. He evaluated the inter-community relationship not in terms of a logic of exchange based on interaction, but in terms of relationality. He argued that social change could have a universal logic. In his studies ranging from ethnography to ethology, he produced concepts such as schismogenesis, plateau, rhizome. Deleuze-Guattari, appropriated Bateson’s concepts and discussed the conditions under which species have transitions on the same plane instead of differences between them. In this study, how this conceptual transition from anthropology to philosophy is contextually reproduced is discussed by referring to primary sources, and as a leitmotif how the dualisms established with nature are criticized is examined.