Hacettepe Üniversitesi Sanat Yazıları, no.33, pp.426-442, 2015 (Peer-Reviewed Journal)
The concept of museum was firstly used during the Renaissance Period, in order to identify the personal art collections. Museum buildings gained a communal and social identity in the early beginning of 20th century and became symbolic monuments of their cities. Thus, new understanding of exhibition techniques and design criteria of museum buildings also altered the exhibition areas. In recent years, design of museum interiors have been focused on ecological design, sustainable construction criteria, renewable energy, rehabilitation of nonfunctional spaces, use of local materials and eco-tech solution applications. With rapidly growing technological development, many buildings are inadequate to meet changing technical and social requirements. This condition could be expressed as; ‘structural service life of buildings are much longer than their functional life. Today; factory buildings which were constructed in the 19th century and accepted as industrial archeology are rehabilitated as museum buildings. These buildings are the properties of the socio-cultural context of sustainability in terms of conservation of embedded energy. The aim of this study is to analyse the contemporary exhibition design understanding in the manner of cultural heritage in the urban texture. However these buildings now can not respond to the functional requirements of current social life. With this approach; “Salt Galata” which was originally built for the use of Bank of Ottoman, İstanbul (1892); taken into a rehabilitaion process of Cultural complex and exhibition building. Today the building contents the activities of workshop, exhibitions, library, auditorium, coffee house and art education lessons for social sustainability.
İlk olarak Rönesans Dönemi’nde kişisel sanat koleksiyonlarını tanımlamak için kullanılan ‘müze’ kavramı, süreç içinde daha toplumsal ve sosyal bir kimliğe bürünerek, halkın kültürel seviyesini yükseltme misyonunu üstlenmiştir. 20. yüzyılın ilk yarısında müze yapıları anıtsal bir anlam kazanmaya başlamış; hatta bulundukları şehirlerin ‘mimari imzası’ olarak kabul edilmişlerdir. Kuşkusuz, tarihsel süreç içinde değişen tasarım anlayışı müze yapılarını ve sergileme alanlarını da farklılaştırmıştır. Son dönemde, gündeme oturan ekolojik tasarım ve sürdürülebilir yapı ölçütleri, müze binalarında, yenilenebilir enerji, yerel malzeme kullanımı ve iç mekanda eko-tek çözüm uygulamaları gibi konulara dikkatleri yoğunlaştırmıştır. Çağımızda, teknolojik gelişim artan bir hızla devam ederken, pek çok bina değişen teknik ve sosyal gereksinimleri karşılamak konusunda yetersiz kalmaktadır. Bu durumu ‘binaların strüktürel ömrünün, fonksiyonel ömründen daha uzun olması’ olarak da ifade etmek mümkün olacaktır. Günümüzde, özellikle 19. yüzyılda inşa edilen ve mimari miras olma özelliği taşıyan yapılarının, sosyo-kültürel sürdürülebilirlik kriterleri kapsamında sergi ve kültürel kompleks alanlarına dönüştürülmesi yapıların gömülü enerjisinin korunumu açısından da önerilen bir uygulamadır. Bu çalışmada amaç, ekolojik tasarım ölçütleri çerçevesinde çağdaş sergileme kavramını irdelerken, kent dokusu içinde kültürel değerini koruyan ancak artık işlevsel gereksinimlere cevap veremeyen, tarihi yapıların yeniden işlevlendirilme sürecini incelemektir. Bu yaklaşımla, İstanbul’da Osmanlı Bankası’nın (1892) ve “Salt Galata Sanat Müzesi” olarak hizmete sunulma süreci, çağdaş sürdürülebilir tasarım yaklaşımları çerçevesinde incelenecek ve durum saptaması yapılacaktır.