temel geriatri, yeşim GK,dilek aslan, Editör, Öncü Kitap Kaset, Ankara, ss.1219-1230, 2007
YAŞLIDA
PSİKOTİK BOZUKLUKLAR
Doç. Dr.
Suzan Özer
HÜTF
Psikiyatri AD
Yaşlı bireylerde klinik önemleri ve sosyal olumsuz
etkileri nedeniyle psikotik bozuklukların dikkatle ele alınması gerekir. Yaşlılık döneminde görülen psikotik
belirtiler, erişkin yaşamı boyunca psikotik durumların etyolojisi ile ilgili
yapılan araştırmalar bağlamında da önem taşırlar. Genç hastalarda görülen
psikoz tablolarının hemen hepsi yaşlı hastalarda da görülebilir. Ancak
erken-başlangıçlı (EB) olan ve ilk kez yaşlılık döneminde başlayan psikozlar
arasında epidemiyolojik ve klinik açıdan önemli farklılıklar bulunmaktadır.
Yaşlılarda tedavi gerektiren psikotik durumlarla
ilgili literatür ön planda geç-başlangıçlı (GB) şizofreni, sanrılı bozukluk ve
parafreniye odaklanmıştır (Henderson ve ark 1998). Genel olarak major depresyon
sıklığının, yaşlılarda gençlere göre daha düşük olduğu bilinmektedir. Ancak psikotik
öğelerin eşlik ettiği majör depresyon (sanrılı depresyon) için durum farklıdır.
İleri yaşlarda ortaya çıkan depresyonlarda sanrıların, EB depresyonlara göre
daha sık eşlik ettiğini bildiren çalışmalar vardır (3). Bipolar bozukluğun (BP)
ve manik nöbetin ise ilk kez ileri yaşta ortaya çıkması ise sanılandan daha
sıktır ve psikotik belirtilerle gitmesi de nadir değildir.
İlgili psikotik bozukluklarda görülen temel
belirtilerden en önemlileri sanrı ve varsanılardır. Sanrı (delüzyon) dış gerçekle ilgili doğru olmayan bir çıkarıma
dayanan ve aksi kanıtların varlığına rağmen değiştirilemeyen inançlardır. Bu
inanç hastaların din, kültür ya da alt kültürünün bir parçası değildir. Varsanı (halüsinasyon) ise uyaran bulunmadığı halde algılama olmasıdır (1). Psikoz,
ana belirtileri sanrı ve varsanılar olan bir klinik sendromdur, ancak ayrıca
düşünce bozukluğu, tuhaf (bizar) davranışlar, yargılama ve gerçeği
değerlendirme yetisinin bozulduğuna işaret eden diğer belirtiler de görülebilir.
(2). Sanrı ve varsanılar artı (pozitif) psikotik belirtilerin en önde gelenleridir.
Eksi (negatif) belirtiler ise şöyle özetlenebilir: Duygulanımda azalma, küntleşme,
konuşmada, düşüncede fakirleşme, aşırı içe kapanma, toplumdan çekilme, istek ve
istenç (irade; “volition”) azalması, kendine bakma, iş ve toplumsal uyum
alanlarında ilgi ve sorumluluk alanında azalma. Psikozlar ileri yaş grubu da
dahil olmak üzere tüm yaş gruplarında görülen en ağır ruhsal bozukluklardandır.
Epidemiyolojik verilere ayrı ayrı her bir
bozuklukta yer verilmiş olmakla birlikte genel olarak psikotik belirtilerin
toplum örneklemlerinde yaygınlık ve sıklık oranlarını gözden geçirmek de ön bir
fikir verebilir. Psikiyatrik tanı sınıflandırma sistemlerinin farklı psikotik
bozukluklar için tanımladığı ölçütler kullanılarak yapılan geniş ölçekli bir
çalışmada, 65 yaş üzerindeki kişilerde şizofreni ve sanrılı bozukluğun genel
toplumda yaygınlık oranları sırasıyla %0.12 ve %0.04 bulunmuştur (Copeland ve ark
1998). Tanı yerine belirti düzeyinde sıklık ve yaygınlığı araştıran alan
çalışmalarında ise daha yüksek oranlar saptanmaktadır. Yine büyük bir toplum örnekleminde, kötülük
görme düşüncelerini tarayan bir çalışmada bu belirtilerin %4 oranında görüldüğü
bildirilmiştir. Tien ve ark 1991 ise görme varsanılarının sıklığını (insidans)
toplum taramasında 80 yaş üzerindeki kadınlarda %4 olarak bulmuşlardır. Daha
yeni bir çalışmada ise genel olarak psikotik belirtilerin nokta yaygınlığının
%5.7 olduğu ve bilişsel bozukluk, yalnız yaşamak, erkek olmak, düşük eğitim
düzeyi, sosyal izolasyon, kötü fizik sağlık ve depresif belirtiler gibi risk
faktörlerinin eşlik ettiği bildirilmiştir (Henderson AS ve ark 1998).
“Yaşlıda
Psikotik Bozukluklar” başlığı altında EB şizofreninin yaşlılık dönemindeki
görünümü, geç-başlangıçlı (GB) şizofreni, çok geç-başlangıçlı şizofreni benzeri
psikoz ve sanrılı bozukluğa yer verilmiştir. Afektif psikozlar (psikotik
unipolar depresyon ve BP) da bu bölümün kapsamı içindedir (Tablo 1). Bu bölümün
ikinci yarısında, tüm bu durumlarda önerilen tedavi yaklaşımları gözden
geçirilmiştir.
Tablo I:
Yaşlıda psikotik bozukluklar
Erken başlangıçlı şizofreninin ileri yaştaki
görünümü |
Geç başlangıçlı şizofreni |
Çok geç-başlangıçlı şizofreni-benzeri psikoz |
Sanrılı bozukluk |
Duygudurum bozuklukları (Afektif psikozlar) Psikotik
BP Psikotik
depresyon |
I) YaŞlıda psikotik bozukluklar
Erken başlangıçlı şizofreninin ileri yaştaki görünümü
Şizofrenide hastalık başlangıcı genellikle yaşamın
ikinci ya da üçüncü dekatında olur. Morbidite ve mortalite, özelikle özkıyım (intihar)
oranları genel nüfustan daha yüksek olsa da, günümüzde EB şizofreni hastalarının
pek çoğu ileri yaşa kadar yaşamaktadır. Şizofrenisi olan ileri yaştaki
hastaların yaklaşık %80’i EB ve kronik bir seyir göstermiş olan hastalardır.
45-64 yaş arası bireylerde şizofreni yaygınlığı %0.6’dır (4) daha ileri
yaşlarda da % 0.1-0.5 civarında saptanmaktadır (16). Öte yandan şizofrenide
gidiş özellikleri ilgili bilgiler kısıtlıdır ve araştırma sonuçları heterojendir.
Kabaca % 20 hasta hem pozitif hem de negatif belirtilerde düzelme göstermekte,
%20’sinde belirtilerde kötüleşme olmakta ve geri kalan %60’ında da gidişte
önemli bir değişiklik olmamaktadır (4). Genellikle ilk kötüleşme hastalığın başladığı
dönemden kısa bir süre sonra olmaktadır ve ilk 5-10 yılda kötüleşme
sürebilmektedir. Daha sonra süreç genellikle kararlı (stabil) gitmekte, hatta
bazen yaş arttıkça pozitif belirtilerde düzelme olabilmektedir. Öte yandan hastalığın
başlangıcı tedrici ve sinsi, hastalık öncesi (premorbid) psikososyal ya da
işlevsel bozukluk şiddetli ve negatif belirtiler daha belirgin olduğunda, gidiş
ve prognoz da daha kötü olmaktadır. Bir çalışmada 25-85 yaş arasındaki uzun
süreli hospitalizasyonla izlenen hastalar 10 yıllık yaş aralıklarına bölünerek
karşılaştırılmış ve yaşlı hastalarda genç hastalara göre pozitif belirtilerin
daha az, negatif belirtiler ve bilişsel belirtilerin ise daha fazla olduğu
saptanmıştır (17). Ancak ayaktan hastalarla yapılan çalışmalara bakıldığında,
belirtilerle yaş arasında her zaman böyle bir ilişkinin bulunmadığı
görülmektedir (4). Şizofrenik hastaların genel olarak öğrenme, soyut düşünme ve
bilişsel esneklik gibi nöropsikolojik işlevlerde sağlıklı kontrollere göre
bozuklukları vardır, ancak zaman içinde bu bozuklukların kötüleştiğine ilişkin
kanıt yoktur (18). Şizofrenik hastalarla sağlıklı kontroller arasında bilişsel
işlevlerde yaş artışı ile ortaya çıkan gerileme bakımından fark yoktur (19).
Yaşlı şizofreni hastalarında işlevsel bozulmanın
derecesi ile ilgili olarak çeşitli çalışmalarda bildirilen sonuçlar değişkendir.
Ancak genel olarak nöropsikolojik işlev bozukluğu, negatif belirtiler ve düşük
eğitim düzeyi ile birlikte, işlevsel
kapasitenin daha kötü olması ile ilişkili bulunmaktadır (20).
Yaşlanma ile ilgili olarak gidiş ve prognozu
etkileyebilen biyolojik faktörler de olabilir. Menopoz sırasındaki hormonal
değişiklikler bunlara bir örnektir (14). Menopoz döneminde östrojenin düşmesine
bağlı olarak şizofrenide alevlenme riskinin arttığına ilişkin veriler vardır
(21). Genç erkeklerle kadınları karşılaştıran çalışmalarda, menapoz öncesi genç
kadınların daha az dozda antipsikotik (AP) ilaca gereksinim gösterdiğini, daha
ileri yaşlarda da bu farklılığın tersine döndüğünü bildiren tedavi çalışmaları
vardır. Buna benzer verilerden yola çıkarak kadınlarda perimenopoz ya da
postmenopozal dönemde AP tedavisine östrojen eklenmesiyle tedavinin
güçlendirileceğine ilişkin klinik çalışmalar da yapılmıştır. Özellikle
östrojenin yakın ve uzak sözel bellekte olumlu etkisi olduğu öne sürülmektedir.
Yaşlı şizofreni hastalarında çok önemli sorunlardan biri olan bilişsel
bozuklukta, postmenopozal şizofrenik kadınlarda östrojen yerine koyma tedavisinin
kullanılmasının yararlı olabileceği düşünülmektedir (22).
Geç başlangıçlı şizofreni
Şizofreni, genellikle 25 yaş öncesinde başlayan ve
yaşam boyunca devam eden bir hastalıktır. Psikiyatrik bozukluk sınıflandırma
sistemlerinde tek bir tanı olarak yer alır, ancak hastalık öncesi psikopatoloji,
başlangıç yaşı, etiyoloji, kliniğe hakim olan belirtiler, gidiş ve tedaviye
yanıt açısından farklılıklar gösterir. Tarihçesine bakıldığında şizofreninin
genç erişkin döneme ait bir hastalık olarak değerlendirildiği görülmektedir.
Kraepelin 20. yüzyılın başlarında, şu anda şizofreni olarak bilinen, gençlikte
başlayan, ilerleyici kötüleşme ile giden, kötü prognozlu bu bozukluğu
tanımlamak için erken bunama (“dementia praecox”) terimini kullanmıştır. Kraepelin
daha sonraki gözlemlerinde, bazı hastalarda başlangıç yaşının daha geç olabildiğini,
hastalığın 5, 6 ya da 7. dekatta başlayan bir alt grubu olduğunu ve hastaların tümünde kalıcı kötüleşme olmadığını saptadı.
“Parafreni” olarak adlandırdığı bu alt grupta sanrı ve varsanılar nispeten geç
yaşta ortaya çıkıyor ve paranoid belirtiler kliniğe hakim görünüyordu. Önceleri
erken bunamada sözü geçen, ilerleyici kötüleşmenin parafreni tablosunda olmadığını
öne sürse de, daha sonra bu hastaların bir kısmında yıkım olduğunu gözlemledi.
1943’te Bleuler GB şizofreniyi 40 yaş üstünde belirtilerin sergilenmeye
başlandığı, EB şizofreniye benzer bir tablo olarak tarif etti. Bleuler’in izlediği
tüm şizofrenik hastaların %15’inde (126 hasta) GB şizofreni vardı ve bu hastaların
% 50’si, belirtileri bakımından EB hastalardan hiç farklı değildi. Bleuler’in
kesme noktası olan 40 yaş Alman literatüründe benimsenirken, o dönemki İngiliz
literatürü, Roth’un önderliğinde 55-60 yaşı kesme noktası olarak aldı. Roth
1955’te ileri yaşta sanrı, varsanı gibi belirtilerin sergilendiği ve psikoza
ilişkin aile öyküsü olmayan hastalar için geç parafreni terimini kullandı ve bu
durumun daha çok kadınlarda görüldüğünü saptadı (akt. 4). Aile öyküsünün
olmaması geç parafreninin EB şizofreniden farklı bir etyolojisi olabileceğini
düşündürüyordu. Aynı dönemlerde Avrupa’da geriatrik psikiyatrinin ayrı bir alt
uzmanlık alanı olarak yerleşmesi sırasında kadınlarda daha sık görülen geç
parafreni kavramı tutarlı bir sendrom olarak kabul gördü ve Ruhsal ve Davranışların
Hastalıkların Uluslararası Sınıflaması dokuzuncusu (ICD-9/International
Classification of Disease)’na dahil edildi. Ancak daha sonra aynı sınıflama
sisteminin daha sonraki formu olan ICD-10’da ise GB şizofreni ayrı bir tanı
kodu ile yer almadı (5).
Amerika Birleşik Devletleri’nde tanısal
sınıflandırma sistemlerinde önceleri şizofreni ölçütleri içerisinde başlangıç
yaşı yer almazken (Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı Birinci ve
İkinci Baskısı/ “Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders”/DSM-I,
DSM-II), daha sonra DSM-III’de şizofreni tanısı için başlangıç yaşının 45 yaş
ve altı olması koşulu getirildi. DSM-III-R (yeniden gözden geçirilmiş formu/revised)’de
ise 45 yaş üstünde belirtileri başlayan hastalar için GB şeklinde tiplendirme
olanağı bulunmaktaysa da daha sonra DSM-IV ve DSM-IV-TR (6)’de başlangıç yaşı hiç
tanımlanmamıştır. Yani DSM-IV de ICD-10 gibi bu tanı için ayrı bir kod
içermemektedir. Şu anki yaklaşım, şizofreni için tanı ölçütlerini karşılayan
tüm olguların, başlangıç yaşından bağımsız olarak, aynı hastalık sınıfı içinde
incelenmesi doğrultusundadır. Öte yandan yine DSM-IV’te, ilk kez 45 yaş
üzerinde belirtileri ortaya çıkan şizofreni olguları genel olarak EB hastalara
benzeseler de, bu grupta kadın cinsiyetin daha yüksek oranda olduğu ve daha iyi
meslek ve evlilik öyküleri bulunduğundan söz edilmektedir. Bu olgularda, daha
fazla paranoid sanrı ve varsanı, daha az dağınıklık (dezorganizasyon)
belirtileri ve negatif belirtiler bulunduğu da bildirilmektedir. 60 yaş
üzerinde olan hastalarda duysal defisitlerin olduğu da eklenmektedir (5).
1998’te yılında 17 uluslararası temel bilim ve
klinik geriatrik psikiyatri merkezinin temsilcilerinin biraraya gelmesi ile oluşan
“Uluslararası GB Şizofreni Grubu”, 40 yaştan sonra başlayan hastalığı, GB
şizofreni olarak tanımlamanın epidemiyolojik, belirti profili ve patofizyoloji
bakımından geçerli bir yaklaşım olacağını öne sürmüştür. Ayrıca bu durumun
şizofreni ile ilişkili ayrı bir bozukluk değil, şizofreninin bir alt tipi olarak
görülmesi gerektiğini bildirmişlerdir (5). GB şizofreni tanımlamasının,
hastalığın etiyolojisi ve patofizyolojisi ile ilgili çok merkezli çalışmalarda
kolaylık sağlayacağı da belirtilmiştir.
GB
Şizofrenide Risk Faktörleri ve Etiyoloji
GB şizofreni hastalarının risk faktörleri açısından
EB hastalarla benzerlikler gösterdiği bilinmektedir. Bir çalışmada DSM-III-R’ye
göre GB olarak tanımlanan hastalarla, EB hastaların nörolojik muayene bulguları
ve beyin görüntüleme bulguları karşılaştırıldıklarında, her iki grupta nörolojik
silik belirti şiddetinin benzer düzeyde olduğu saptanmıştır. İki grup arasındaki
tek farklılığın kranyal manyetik resonans görüntüleme (MRG)’de GB hastalarda daha
fazla saptanan periventriküler beyaz cevher sinyal hiperintensiteleri olduğu
bildirilmiştir (8). Ailede şizofreni öyküsünün her iki grupta da benzerlik
gösterdiği (% 10-15) de bilinmektedir (9).
GB olgularda çocukluk döneminde uyum bozukluğu EB
olgulara benzer ve sağlıklı kontrollerden yüksek oranlarda bulunmaktadır (4). Ayrıca
şizofreni etiyolojisinde erken nörogelişimsel hipotezi destekleyen epikantus,
düşük yerleşimli kulak, yüksek kubbeli damak vb. minor fiziksel anomaliler EB
olgulara benzer şekilde GB şizofreni hastalarında da sağlıklı kontrollerden
daha fazla saptanmaktadır. Yine izlem çalışmalarında bilişsel bozukluğun yaşla
giderek artmadığını gösteren çalışma sonuçları da GB şizofrenide, nörodejeneratif
değil nörogelişimsel etiyolojiyi desteklemektedir.
Başta işitme kaybı olmak üzere, duysal
defisitlerin ileri yaşlarda sıkça psikotik belirtilere eşlik ettiği ve GB
şizofreni için bir risk faktörü olabileceği öne sürülmüştür. Öte yandan GB ya
da EB şizofrenik hastaların duysal defisitleri için sağlıklı ileri yaş
bireylerden daha az tıbbi yardım
aldıkları ve düzeltilmemiş duysal defisitlerin sadece tıbbı bakım hizmetlerini
az kullanma ile ilgili olabileceği de düşünülmektedir (4).
Beyin görüntüleme çalışmalarında da GB şizofrenide
inme, tümör ya da geç yaşta şizofreni tablosunun ortaya çıkışını
açıklayabilecek diğer bir bozukluk saptanmamaktadır. Öte yandan bazı
çalışmalarda ventriküllerde genişleme ya da beyaz cevher hiperintensitelerin
fazla olması gibi özgül olmayan yapısal bulguların EB olgulardan daha fazla
olduğu bildirilmektedir (13). Bir ön çalışmada da talamus hacminin EB olgulara
göre daha büyük olduğu gösterilmiştir (7).
Başlangıç yaşı ile şizofreni için genetik risk
arasında tutarlı bir ilişki bulunamamış olsa da, GB olguların şizofreninin
nörobiyolojik olarak farklı bir alt tipi olduğu, kortiko-striato-pallido-talamik
devrede farklı bir bozukluğun, başlangıç yaşındaki farklılığı da
açıklayabileceği de öne sürülmektedir (9).
Geç erişkin yaşlarda ilk kez ortaya çıkan
şizofreni tablosunun kadınlarda daha sık görüldüğü bilinmektedir. GB olgularda
kadın cinsiyet oranının yüksekliği, “östrojenin koruyuculuğu” hipotezi ile
açıklanmaya çalışılmaktadır. Genel olarak şizofrenide kadın ve erkekler
arasında başlangıç yaşı, klinik belirtiler, gidiş ve tedavi yanıtı açısından
farklılıklar vardır. Kadınlarda şizofreninin erkeklere göre 4-5 yaş daha geç
başladığı ve erkeklerden farklı olarak 45-54 yaşları arasında (menopoz-perimenopoz
dönemi), başlangıç yaşının ikinci bir zirve
yaptığı bilinmektedir. Menopoza kadar kadınlarda daha iyi klinik gidiş
özellikleri görülmektedir. Bu epidemiyolojik verilerden yola çıkarak,
östrojenin beyinde uzun süreli etkileri aracılığıyla menarş ve menopoz
arasında, hastalığın ortaya çıkması için gereken yatkınlık eşiğini yükselttiği,
adeta endojen bir AP gibi davranarak hastalığa yatkınlık taşıyan kadınları menopoza
kadar koruduğu öne sürülmüştür (14, 15).
GB Şizofrenide
Klinik Belirtiler ve Bilişsel Bozukluk
GB şizofrenide, paranoid alt tip, EB gruba göre
daha yaygındır. Bir çalışmada GB olguların % 75’inde, EB olguların ise
%50’sinde paranoid alt tip saptanmıştır (9). GB hastalarda genel olarak,
kötülük görme ile ilgili olan ve organize sanrılar baskındır. İkinci en sık
görülen psikotik belirti işitme varsanılarıdır. Hastanın hareketleri ile ilgili
yorumlar yapan, ya da aralarında konuşan sesler duyma şeklindeki varsanılar sık
görülür. GB şizofrenide negatif belirtiler ise, EB olgulara göre daha az oranda
görülür (7).
Nöropsikolojik testlerde de GB olguların özellikle
öğrenme, düşüncede esneklikte ve soyut düşünmede, EB olgulara göre daha az bozukluk
gösterdikleri saptanmaktadır. Yine başarılı meslek ve evlilik öyküleri ve genel
olarak hastalık öncesi işlevselliğin EB olgulara göre daha yüksek olması, GB
olguların özelliklerindendir.
GB olguların nöropsikolojik test performanslarının
EB olgular, psikotik Alzheimer hastaları (AH) ve normal kontroller ile
karşılaştırıldığı bir çalışmada, bir ya da iki yıl süre sonrasında bilişsel
değişiklikler değerlendirilmiştir (12). Bu çalışmada GB olgulardaki bilişsel
değişikliklerin, psikotik özellikleri olan AH’ından daha az, EB olgular ve normal kontrollerle ise benzer
olduğu saptanmıştır (12). Yıllar içindeki bilişsel yıkımın benzerliğinden başka
bilgi işleme hızında, bellek ve frontal testlerle değerlendirilen yönetici
işlevlerde (“executive functions”) ki kesitsel bozukluk açısından da EB ve GB
olgularda fark olmadığını bildiren çalışmalar vardır (8).
Almeida (10) şizofreniyi EB ve GB olarak ikiye
ayırmanın da yeterli olmayacağını, GB olguların homojen tek bir grupta
incelenemeyeceğini öne sürmektedir. Psikopatoloji, nörogörüntüleme sonuçları ve
nöropsikolojik özelliklerin incelendiği bir küme analizi çalışmasında (11), GB
hastaların bu özellikler açısından 2 alt gruba ayrılabileceği bildirilmiştir
(Tablo 2).
Tedavi açısından genel olarak her iki grup hastada
AP’lere yanıt benzer olmakla birlikte, yaş olarak eşleştirilmiş EB olgularla
karşılaştırıldıklarında, GB olguların daha düşük günlük dozlara gereksinim
duydukları da bildirilmektedir (9).
GB
Şizofrenide Ayırıcı Tanı
Geriatrik yaş grubunda ilk kez psikotik belirtiler
ortaya çıkınca, öncelikle organik bir patoloji olup olmadığı araştırılmalıdır.
Ayırıcı tanının bir an evvel yapılması oldukça önemlidir, çünkü
endokrinopatiler örneğinde olduğu gibi klinik belirtilerin şizofreniyi taklit
ettiği bazı organik bozukluklar birincil hastalığın tedavisiyle tamamen
düzelebilir. Endokrinopatiler dışında çeşitli nörolojik bozukluklar (Parkinson
hastalığı, demans, demiyelinizan hastalıklar, tümörler, ensefalopatiler),
vitamin eksiklikleri, ya da iatrojenik nedenler (L-DOPA gibi ilaçlara ikincil) de
organik ayırıcı tanıda düşünülmelidir.
Organik patoloji dışında ayırılması gereken ikinci
önemli tanı EB şizofrenidir. Hastalık öncesi kişilik özelliklerinde farklılaşma
ve önceki işlevsellik düzeyinde net bir bozulmanın 40 yaş altında olup olmadığını
ayırdedebilmek için hasta ve ailesinden ayrıntılı öykü almak gereklidir. GB
şizofreni tanısı, sadece ilk hospitalizasyonun 40 yaş üstünde olması ile
konmamalıdır, çünkü bazı hastalarda ilk hospitalizasyondan önce, daha önceki
işlevsellik düzeyinde belirgin kötüleşmenin ortaya çıkması ile giden prodrom
dönemi, hatta açık psikotik belirtiler başlamış olabilir.
Psikotik özelliklerle giden duygudurum
bozuklukları da ilk kez 40 yaş üzerinde ortaya çıkabilir ve GB şizofreni ile
karıştırılabilir. Ancak duygulanım belirtilerinin daha baskın olması ve
hastalığın nöbetler halinde olması ile klinisyen duygudurum bozukluğu tanısına
yönelebilir.
Sanrılı bozukluk da GB şizofreniye benzerlik
gösteren diğer bir hastalıktır. Ancak bizar sanrıların olmaması, varsanıların
ön planda olmaması, Schneider belirtilerinin olmaması, duygulanımda düzleşme ya
da giderek kötüleşen gidiş olmaması ile ayırdedilebilir.
Çok Geç-Başlangıçlı Şizofreni-Benzeri Psikoz
Uluslararası GB Şizofreni Grubu, 40-60 yaş
arasında hastalığı başlayan olguları, GB şizofreni olarak tanımlarken,
başlangıç yaşı 60 ve üzeri olan olguların, çok GB şizofreni-benzeri psikoz
(“very late onset schizophrenia-like psychosis”) olarak adlandırılması
gerektiğini öne sürmüşlerdir (5). Böyle bir tanımlamanın amacı, bu alandaki
tartışmaları sonlandırmak değil, bu hastaların konumunu netleştirebilmek amacı ile daha fazla çalışma
yapılmasını sağlayabilmektir. Çok GB
hastaları, EB ve GB hastalardan ayıran faktörler; genetik yükün düşük olması,
erken çocukluk döneminde uyum bozukluğunun daha az bildirilmesi, düşünce
bozukluğu ve künt duygulanım gibi negatif belirtilerin nispeten daha az olması,
ileri yaşla ilgili olarak AP ilaçların bir yan etkisi olan geç diskinezinin
daha yüksek oranda görülmesidir. Ayrıca çok GB hastalarda nörogelişimsel yerine
nörodejeneratif bir süreci düşündüren kanıtlar vardır. Çok GB şizofreni-benzeri
psikoz, ileri yaşta şizofreniye bağlı olmayan psikozlar için kullanılan
heterojen bir tanı sınıfıdır ve önceki geç parafreni teriminin yerini almıştır.
Serebrovasküler olay, tümör ya da diğer nörodejeneratif değişiklikler gibi çok
çeşitli nedenlere bağlı durumları içerir
(4).
Sanrılı bozukluk
Kötülük görme (perseküsyon sanrıları) gibi
paranoid sanrıların ileri yaştaki bireylerin % 6’sında görüldüğü
bildirilmektedir, ancak bunların çoğu psikotik demans hastalarıdır (23).
Sanrılı bozukluğun temel özellikleri bizar (tuhaf)
olmayan, sistemli sanrıların (kötülük görme, somatik, erotomanik, büyüklük ya
da kıskançlık sanrıları) olması ve belirgin işitme ya da görme varsanılarının
eşlik etmemesidir. DSM-IV-TR’de yukarıda sayılan alt tipler dışında bu
sanrıların birden fazla türünün birarada olduğu ve herhangi birinin baskın
olmadığı karışık (“mixed”) tip de eklenmiştir (6). Sanrılı bozukluk tanısının
konması için, belirtilerin en az 1 aydır devam ediyor olması ölçütü de
karşılanması gerekir. İleri yaşta oraya çıktığı zaman, tipik olarak temel
kişilik özellikleri bozulmamıştır ve hastanın düşünce içeriğinde yer alan
sanrılar dışında diğer işlevleri korunmuştur. Hastanın zeka ya da bilişsel
işlevlerinde bozukluk yoktur, ancak sosyal işlevleri etkilenmiştir. Ayırıcı
tanıda şizofreni, psikotik bir duygudurum bozukluğu, demans, organik bir nedene
ya da madde etkisine bağlı psikoz ya da deliryum düşünülmelidir. Kötülük görme sanrıları ile giden tipi
genellikle kronik gidişlidir, ancak diğer tip sanrılar kısmi düzelme ve alevlenmelerle
gider. Yaygınlığı % 0.03’tür ve kadınlarda erkeklerden daha yüksektir (6). Gençlerde
görülebilse de bozukluk tipik olarak orta, ileri yaşlarda başlar. Ortalama
başlangıç yaşı kadınlarda 60-69, erkeklerde 40-49 civarıdır (4). Aile öyküsünde
şizofreni ya da çekingen, paranoid ve şizoid kişilik bozukluğu olması, risk
faktörleri arasındadır. Bazı çalışmalarda işitme kaybı ve paranoya arasında
ilişki olduğu bulunmuş olsa da bu konudaki veriler karışıktır (4). Beyin
görüntüleme çalışmalarında sanrılı bozukluğa özgü bir bulgu saptanmamıştır.
Nöropsikolojik değerlendirme çalışmalarında orta ve ileri yaş hastalarda
şizofreni ve sanrılı bozukluk arasında fark bulunmamıştır, ancak sanrılı
bozuklukta daha yaşlı grupta daha şiddetli psikopatoloji olduğu bildirilmiştir
(24). Sanrılı bozuklukta düşük sosyoekonomik düzey ve göçün önemli risk
faktörlerinden olduğu öne sürülmüştür (2).
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI
Duygudurum bozuklukları yaşlı bireylerde olumsuz
tıbbi, sosyal ve ekonomik sonuçları olan önemli bir klinik ve halk sağlığı
sorunudur. Son yirmi yılda ileri yaş depresyonunun tanı ve tedavisi ve olası
risk faktörlerinin netleştirilmesinde önemli adımlar atılmıştır. Ancak
geriatrik mani ve BP alanındaki çalışmalar daha az sayıdadır ve depresyonla
ilgili çalışmalardan daha geç başlamıştır. Depresyon, ilgili bölümde ele
alınmış olduğu için burada duygudurum
bozuklukları alt başlığında sadece psikotik depresyon ve BP gözden
geçirilmiştir.
Psikotik
Depresyon
Geç başlangıçlı psikotik depresyonun, EB ya da
psikotik öğelerin bulunmadığı depresyondan farklı ve yaygınlık, tanı ve tedavi
bakımından özellik taşıyan yanları vardır. Epidemiyolojik çalışmalarda yatarak
tedavi gören yaşlı depresyon hastalarının % 20-45’inin (61), toplum
örnekleminde ise % 3.6’sının (62) psikotik belirtileri olduğu saptanmıştır. Meyers ve arkadaşları (63) endojen major
depresyonu olan yatan hastalarda sanrıların yaygınlığını araştırmış ve altmış
yaş ve üzerinde hastalık başlangıcı olan depresyon hastalarında, sanrıların EB
hastalara göre daha yüksek oranda görüldüğünü bildirmişlerdir.
GB depresyonda da BP’ta olduğu gibi prognozun EB
hastalardan farklılıklarını araştıran yeni çalışmalar vardır. Kötülük görme ile
ya da iyileşmeyecek bir hastalığı olma ile ilgili hipokondriyak sanrılar, çökkün
duygudurumla uyumlu olarak kabul edilen suçluluk sanrılarından daha sık
görülür. Nihilistik sanrılar da ileri yaşlardaki depresyonlarda daha sık
görülür. Psikotik depresyonu olan yaşlı hastalarda gastrointestinal sistemle
aşırı uğraş, yine iyi bilinen belirtilerdendir. Öte yandan varsanılar nadirdir.
Alexopoulos ve arkadaşları (64) GB depresyon
hastalarının önemli bir kısmının nörolojik beyin bozuklukları olmasından yola
çıkarak “vasküler depresyon” hipotezini öne sürmüşlerdir. Bu hipoteze göre
subklinik, yani nörolojik defisite yol açmayan vasküler bozukluklar, GB
depresyonların önemli bir kısmının ortaya çıkışında ve gidişinde önemli bir rol
oynar (65). Magnetik resonans görüntüleme (MRG) çalışmalarında, T2 ağırlıklı
kesitlerde hiperintens sinyal bölgeleri, yaşlı depresyon hastalarında sık
rastlanan bir bulgudur. Özellikle de ilk nöbetleri 50 yaş üzerinde olan
hastalarda derin beyaz cevher hiperintensiteleri, EB hastalardan daha çok
görülmektedir. Hiperintens sinyal veren bu gliotik lezyonların varlığı,
vasküler depresyon için de öne sürülen bir tanı ölçütüdür. O’Brien ve arkadaşları
(66) sanrılı depresyonu olan hastalarda, psikotik olmayan hastalara göre daha
fazla vasküler risk faktörü ve derin beyaz cevher hiperintensiteleri olduğunu
bildirmişlerdir. Öte yandan Thakur ve ark (67) hem genç hem ileri yaş depresyon
hastalarından oluşan bir örneklemde psikotik ve psikotik olmayan hastalar arasında
vasküler risk faktörleri bakımından fark olmadığını bildirmişlerdir. Ancak bu
çalışma, sadece yatan hastaların değerlendirildiği, toplum tabanlı olmayan bir
örneklemde yapılmıştır. Beyaz cevher hiperintensitelerinin tedaviye kötü
yanıtla ilişkili olduğu da gösterilmiştir (68).
GB psikotik depresyon söz konusu olduğunda bunun
unipolar depresyondan daha çok BP ile ilişkili olduğu da bilinmektedir (Thakur
ve ark 1999 , 67).
GB depresyonlarda sanrı ve bilişsel bozuklukların
daha fazla görüldüğü ve tedaviye alınan yanıtlar bakımından daha kötü gidiş
özellikleri olduğu bildirilmektedir. Psikotik depresyonun psikotik olmayandan
ayırdedilmesi tedavide antidepresan ilaçlara ek olarak AP ya da
elektrokonvulsif tedavi (EKT) kullanılması gerektiği için büyük önem taşır.
Geriatrik Bipolar Bozukluk
Yaşlı bireylerde BP ile ilgili
bilgilerin şu an için oldukça kısıtlı olduğu, bu alanda çalışan pek çok
araştırmacı tarafından belirtilmektedir (69, 70). Genel olarak yaygınlık,
etiyoloji, klinik özelliklerle ilgili büyük örneklemli çok merkezli çalışmalar
yapılmamıştır. Benzer şekilde BP’un geriatrik yaş grubundaki tedavisi ile
ilgili kontrollü çalışma bulunmamaktadır (71).
Ancak yine de şu ana kadar biriken veriler de oldukça fazladır.
Yaygınlık:
Epidemiyolojik Alan (ECA) çalışmasında
toplum örnekleminde BP için genç
erişkinlerde bildirilen yaygınlık 1.4 iken, altmış beş yaş üzerinde, bir yıllık
yaygınlık oranının % 0.1 olduğu bulunmuştur (72). Burada bildirilen % 0.1’lik
yaygınlık oranı bu yaş grubunda, depresyon ve şizofreni yaygınlığından
sırasıyla 14 ve 3 kat daha düşüktür. Aslında yaş arttıkça yaygınlıkta,
depresyon ve şizofreniye benzer oranda azalma olmaktadır. Cassano ve
arkadaşları (69) yaşlılarda görülen
duygudurum bozukluklarının %5-19’unu BP’un oluşturduğunu bildirmiştir. Geriatrik
psikiyatri başvurularında, yatan hastaların ortalama % 8.7’sini, ayaktan
hastaların ise %6.1’ni BP’u olan bireyler oluşturmaktadır (71). 1990’da yapılan
ECA çalışmasında ABD’de kronik kurum hastalarının %9.7’sinde BP tanısı konmuştur
(73). BP, genç erişkin yaşta kadın ve erkeklerde eşit oranda görülürken ileri
yaş grubunda kadın/erkek oranı yaklaşık ikidir (71). Sonuç olarak toplum
örneklemlerinde yapılan çalışmaların sonuçlarına göre BP yaygınlığının, yaşla
azaldığı söylenebilir. Yaşlı nüfusta, gençlerdeki sıklığın üçte biri oranında
görülmektedir. Ancak psikiyatrik tedavi kurumlarına kabul edilen yaşlı BP hasta
oranlarına bakıldığında, genç BP’ların tüm psikiyatrik hastalara oranlarına
benzer (%8-%10) olduğu görülmektedir. Ayrıca tüm BP hastaları arasında yaşlı
bireylerin oranı da artmaktadır. Almeida ve Fenner (74), 1980’de tüm BP
hastaların %2’sini 65 yaş üzeri grup oluşturmaktayken,
1998’de ise bu oranın %10’a yükseldiğini bildirmişlerdir.
Geriatrik BP, ilk kez ileri yaşlarda ortaya
çıkan yeni başlangıçlı bir hastalık olabileceği gibi (75) daha sık olarak gençlikte
ortaya çıkmış olan BP’ta alevlenmeler şeklinde görülür (76). BP’un tipik olarak
erken yaşlarda başladığı, geç başlangıcın nadir olduğuna ilişkin yaygın görüşe
rağmen, çalışmalar bir grup hastada başlangıç yaşının oldukça geç olduğunu
göstermektedir (77). Yassa ve ark. 60 yaş üzerinde ilk kez BP tanısı alma
oranını %4,7 olarak bildirmiştir (78). Büyük örneklemli (N=65556) yeni bir
klinik çalışmada da BP tanısı konan hastalardan 60 yaş üzerindekilerin
%6.1’inin yeni başlangıçlı olgular olduğu saptanmıştır (79). Yeni bir çalışmada
bir geropsikiyatri ünitesinde BP tanısı konan hastaların %29.2’sinde hastalığın
ilk kez ileri yaşta (50 yaş üstü) başladığı, geç başlangıcın kadınlarda
erkeklerden 3 kat fazla görüldüğü ve EB grubla komorbid olarak bulunan tıbbi
durumlar bakımından benzerlik gösterdikleri saptanmıştır (80).
İlk kez Roth (81), GB hastalıkla EB
hastalığın ayırımının önemine dikkat çekmiştir. Roth yaklaşık kırk yıl öncesinde,
altmış yaşından sonra ve öncesinde başlayan afektif psikozun özelliklerini
karşılaştırarak, hastalığın farklı yaşlarda başlamasına neden olan etyolojik faktörlerle
ilgili bilgi edinilebileceğini öne sürmekteydi. Her iki grup BP hastaların karşılaştırıldığı
çalışmalar, yıllar içinde EB ve GB hastalığın birbirinden farklı prognozları
olan, iki ayrı hastalık olabileceğine ilişkin görüşlerin ortaya çıkmasına yol
açmıştır (82).
Depp ve Jeste (71) EB ve GB BP
hastaların özelliklerinin karşılaştırıldığı tüm çalışmaları gözden
geçirmişlerdir. Herşeyden önce bu çalışmalarda EB ve GB ayırımı için kullanılan
kesme noktasının çok değişken (30 ile 65 yaş) olduğu dikkati çekmektedir. Daha
önceki çalışmaların sonuçları GB hastalıkta ailede BP öyküsünün EB gruba göre
daha düşük oranda olduğu ve GB hastalıkta tıbbi ve nörolojik komorbiditenin
daha fazla görüldüğü yönündeydi (83). Oysa Depp ve Jeste (71) bugüne kadar
yapılan dokuz çalışmanın sadece dördünde GB olgularda BP açısından ailesel
riskin düşük olduğunu saptamıştır. Hatta üç çalışmada GB grupta daha fazla
ailesel yük olduğu yönünde sonuçlar elde edilmiştir. İlgili çalışmalarda eşlik eden nörolojik hastalıklar bakımından daha
tutarlı sonuçlar elde edilmiştir. Çalışmaların büyük çoğunluğunda GB grupta
EB’lılara göre daha fazla nörolojik hastalık saptanmıştır. Bu gözden geçirmede
cinsiyet oranları bakımından her iki grupta fark saptanmamaktadır. Yaşlı
hastalarda karma (hem depresyon hem mani belirtlerinin
birarada olduğu nöbetler/“mixed”)
nöbetlerin daha sık olduğuna ilişkin klinik gözlemler bulunmakta iken, bu gözden geçirmede EB grupta daha sık olduğu
bildirilmiştir. Bu alanda yapılan tek klinik çalışmada, yaşlı grupta %45
genç grupta %48 oranında karma nöbet görüldüğü bildirilmiştir (84). Bir çalışmada
GB grupta psikotik belirtilerin daha
sık, bir diğerinde ise daha az görüldüğü saptanmıştır. Tedaviye yanıt bir
çalışmada karşılaştırılmış ve her iki grup arasında fark bulunamamıştır. Özetle
nörolojik hastalıkların GB hastalarda BP’a daha fazla eşlik etmesi dışında,
diğer özellikler bakımından GB hastalığın EB olandan farkı ile ilgili sonuçlar
ya tutarsızdır ya da çok az çalışmada değerlendirilmiş olduğu için kesinlik
kazanmamıştır denebilir.
Vasküler beyin değişikliklerinin depresyonda öne
sürüldüğü gibi, GB maninin ortaya çıkmasında da etkisi olabileceği düşünülmektedir
(68). Öncesinde “vasküler depresyon”u (64)
olan hastaların ileri yaşta klinik mani tablosu sergilemeleri ya da ilk kez geç
yaşlarda manik nöbet ortaya çıkması söz konusu olabilir. İlgili literatürde
vasküler depresyona benzer şekilde “vasküler mani” hipotezi de yer almaktadır.
Bu hipotez serebrovasküler risk faktörleri olan yaşlı hastalarda ortaya çıkan
mani, bilişsel ve işlevsel bozulmanın etiyolojisinde beyinde serebrovasküler
tutulumun rolü olabileceğini öne sürmektedir. Bu hastaların uzun dönem
izlenerek ilk başlangıçta düşünülen tanıdan başka bir hastalık geliştirip
geliştirmedikleri, prognozlarının homojen olup olmadığı ve genel olarak
gidişlerinin nasıl olduğunun araştırılması gerektiği önerilmektedir. Aile
çalışmaları da yapılarak yakın akrabaların hem vasküler mani, hem de ayrı ayrı afektif
bir bozukluk ya da vasküler hastalık bakımından incelenmesi de gerekli
görülmektedir (68).
Tanı/Klinik
Belirtiler:
Bipolar bozukluk tip I tanısı için hastanın en
azından bir manik dönem yaşamış olması gereklidir. Bir manik nöbet için tüm
ölçütleri karşılamayan, en az bir hipomani nöbeti ve tekrarlayan major
depresyon nöbetleri söz konusu olduğunda da BP tip II tanısı konur. Manik nöbet
tanısı için en az 1 hafta süre ile sürekli kabarmış ya da taşkın duygudurum ya
da iritabilite ile birlikte hareketlilikte artış, basınçlı konuşma, dikkatte
dağınıklık (distraktibilite), uyku gereksiniminde azalma, fazla para harcama,
büyüklük düşünceleri (grandiyozite) gibi klasik mani belirtilerinden en az
üçünün bulunması gerekir (6).
GB hastalıkta, manik nöbette tipik kabarmış
duygudurum sık görülmez, genç hastalardaki tipik manik belirtiler azdır ya da
düşük şiddettedir. Yaşlı ve genç hastaların kliniğini doğrudan karşılaştıran az
sayıda çalışmada, geriatrik BP’da maninin daha düşük şiddette olduğu (84) ve semptomsuz
geçen sürenin daha fazla olduğu bildirilmiştir (85). Ayrıca yaşla manik dönemdeki
enerji-hareketlilik düzeyi arasında negatif ilişki bulunmuştur (86). Geriatrik
BP’da disforik duygudurum ya da anksiyete, psödodemans ya da demansı taklit
eden özellikler, bilişsel bozukluk belirtileri ve kronikleşmeye meyil görülür (69).
Klinik gözlemler yaşlı BP hastalarda manik nöbete eşlik eden paranoid
sanrıların daha sık olduğu yönündedir. Sanrı ve varsanı gibi psikotik
belirtilerin sıklığını bildiren çalışmaların sonuçlarına bakıldığında ortalama
%64 (farklı çalışmalarda %20-85) oranında olduğu görülmektedir. Oysa bu oran BP’ta karışık yaş gruplarında
bildirilen psikotik belirti oranlarına
(%63) benzerdir (87). Sonuç olarak bu alandaki çalışmalardan elde edilen
veriler, paranoid belirtilerin, yaşlı BP hastalarda daha fazla olduğuna ilişkin
klinik gözlemlere tezat oluşturmaktadır (71).
Ayırıcı Tanı:
Geriatrik BP tanısı düşünülen bazı
hastalarda organik bir patoloji ve buna bağlı ikincil mani söz konusu olabilir.
Demanslı bir hastada konuşmada artış ve büyüklük (grandiöz) sanrılar olması durumunda ikincil mani
düşünülebilir (88). Geriatrik BP hastalarının ne kadarının gerçek BP
spektrumunda ne kadarının organik bir patolojiye ikincil mani yaşadığı ile
ilgili halen netlik yoktur (69). Öte yandan geriatrik BP’ın nörobiyolojik alt
yapısının, EB BP’dan farklı olabileceği de öne sürülmektedir (89). Mortalitenin
çok yüksek olduğu bilinen geriatrik BP hastalarından, 75 yaş üstüne kadar
yaşayanlarda çok şiddetli depresyon nöbetleri ve serebrovasküler olay ya da
ilaçlar gibi nedenlere bağlı gelişen ikincil manilerin görülmesi de olasıdır (69).
Gidiş:
Zaman içinde
BP şiddetinin giderek azaldığına ya da tam tersi hastalığın ilerleyici olarak
kötüleştiğine ilişkin görüş ve gözlemler olmakla birlikte olasılıkla her ikisi
de tam olarak doğru değildir. Bazı eski çalışmalarda hastalığı erken
başlangıçlı yaşlı BP hastalar genç BP hastalarla karşılaştırılmış ve
psikopatoloji şiddetinin düzeyi gençlere göre daha az bulunmuştur (84). Büyük
örneklemli yeni bir çalışmada da, yaşlı BP hastalar, genç ve orta yaş grupla
karşılaştırıldığında; prognozu kötüleştirebilecek olan madde kötüye kullanımı
komorbiditesinin düşük, hastaneye yatış, ayaktan tedavi için ya da acil servise
başvuru şeklindeki akut psikiyatrik tedavi hizmeti kullanımının daha az ve psikopatoloji
şiddetinin daha düşük olduğuna ilişkin sonuçlar elde edilmiştir (90). Ancak bunun
yanısıra, yaşlı grupta genel işlevsellik düzeyinin daha düşük ve eşlik eden
bilişsel bir bozukluk tanısının daha fazla olduğu da saptanmıştır. Prognozun
yaşlı grupta daha kötü olabileceğini de düşündüren bu bulgu başka çalışmalarla
da desteklenmiştir. EB hastaların 40 yıl boyunca yaklaşık 68 yaşına kadar
izlendiği bir çalışmada (91) hastaların bir kısmında yinelemeler ve kalıntı (rezidüel)
belirtiler, bir kısmında düzelme, bir kısmında da kronik bir seyir olduğu
saptanmıştır. Bu farklı seyir özelliklerinin benzer oranlarda görüldüğü
belirtilmiştir. BP’un yaşam boyu süren bir hastalık olduğu ve unipolar
depresyondan daha fazla oranda süreklilik gösterdiği düşünülmektedir (71).
Semptomatik düzelme gösteren hastalarda bile, bilişsel ve genel işlevsellik
düzeyinde hastalık öncesi duruma göre azalma olduğunu kaydeden çalışmalar
vardır. Yaşlı hastalarda saptanan bilişsel işlev bozukluğunun yaşam boyu
tekrarlayan BP nöbetleri ile ilgili olabileceği ve bazı hastalarda kalıcı ya da
ilerleyici olabileceği öne sürülmektedir (70). BP’u olan hastalarda bazı
çalışmalarda beklenenden daha yüksek oranda demans geliştiğine ilişkin kanıtlar
da vardır (92). Hatta yürütücü işlevlerdeki bilişsel bozuklukların BP
hastalığın patofizyolojisi ile de ilgili olabileceği ve yaşlı BP hastalarla bu
alanda yapılacak çalışmaların genel olarak BP’un etiyolojisine yönelik
bulgulara katkı sağlayabileceği düşünülmektedir (70). Kalıcı bilişsel
bozuklukla ilgili kanıtlar olsa da şu an için yaşlı hastalarda hastalık
nöbetlerinin daha sık tekrarladığı ve daha uzun sürdüğüne ilişkin veri yoktur.
Nitekim genel olarak geriatrik BP’un hem
tanı ve gidiş özellikleri, hem de tedavisindeki bilgi eksikliğini gidermek için
çok merkezli çalışmalara ihtiyaç olduğu yaygın kabul görmektedir (71).
II) YAŞLILIKTA PSİKOTİK DURUMLARIN TEDAVİSİ
Çağdaş anlamda psikofarmakoloji 20.
yüzyılın ikinci yarısında başladı. Avustralya’da 1949’da taşkın hastalarda
lityumun, daha sonra 1950’de Fransa’da şizofrenide klorpromazinin denenmesi
ile, psikiyatride çığır açan sonuçlar elde edildi. Klorpromazin ve benzeri eski
klasik antipsikotik ilaçlar (nöroleptikler), sanrı ve varsanı gibi pozitif
belirtilerin tedavisinde oldukça başarılı olmakla birlikte, özellikle
ekstrapiramidal sistem (EPS) belirtileri, ortostatik hipotansiyon, sedasyon,
prolaktin kan düzeylerini yükseltmeleri gibi yan etkiler yaparlar. Daha ötesi
şizofreni hastalarının işlevselliklerini önemli oranda etkileyen ve yeti
yitimine yol açan negatif belirtileri tedavi etmekte başarılı değillerdir.
Klozapin, risperidon, olanzapin ve ketiyapin gibi atipik AP’ler, psikotik
belirtileri ve bozukları olan yaşlı hastalarda ilk tercih olması gereken
ilaçlardır. İleri yaş grubundaki hastalar genel olarak EPS yan etkilerine,
toksisiteye ya da sedasyona daha duyarlı oldukları için, atipik AP kullanılırken
bile ilacın düşük dozda başlanıp yavaş artırılması önerilmektedir (4). Atipik
AP’le de henüz geriatrik grupta yapılmış kontrollü çalışmalar bulunmamaktadır.
Ancak bu ilaçlar daha az EPS yan etkisine yol açmaları ve negatif belirtilere
eski ilaçlardan daha fazla etki edebildikleri için öncelikle tercih edilmektedir.
Ayrıca şizofrenide bilişsel bozukluklara da olumlu etki edebildikleri öne sürülmektedir.
Şizofreni ve Sanrısal Bozukluğun Tedavisi:
GB şizofreni hastalarında belirtiler,
EB şizofrenisi olan yaşlı hastalara göre daha az dozda (%50) ilaçla
düzelebilmektedir. Genç şizofrenik hastaların kullandıkları dozun ise %25-33’ü
bu hastalar için yeterli olabilmektedir.
GB şizofrenide AP
ilaçların etkinliğini değerlendirmeye yönelik büyük bir gözden geçirmede bu
grupta tedaviye rehberlik oluşturabilecek kanıta dayalı bilgi olmadığı ve iyi
desenli kontrollü çalışmaların gerekli olduğu saptanmıştır. Böyle çalışmalar
yapılıp sonuçlar elde edilene kadar da klinisyenlerin GB şizofreni hastalarını
sadece kendi klinik yargılamaları ve alışkanlıkları yürütmelerinin kaçınılmaz
olduğunun altı çizilmiştir (Arunpongpaisal S ve ark 2003).
Nüks riski bulunduğu için, yaşlı
şizofrenik hastalarda genç hastalarda olduğu gibi uzun dönem idame tedavisinin
yapılması gerekmekte ve idame tedavisinde de atipik ilaçlar için bile genç
hastalardan daha düşük dozlar kullanılması önerilmektedir (4).
EB şizofrenisi olan kadın hastalarla
yapılan çalışmalarda ise postmenapozal dönemde bu hastaların daha fazla dozda
ilaca ihtiyaç duydukları şeklinde veriler vardır. Ayrıca bir çalışmada EB
postmenopozal yaşlı şizofrenik hastalardan AP tedavisine ek olarak östrojen
yerine koyma tedavisi alanlar (ortalama yaş: 60 ±10.4) ve sadece AP tedavisi
alanlar (ortalama yaş: 56.2 ± 6.6) karşılaştırılmış ve östrojen almış olan
hastalarda daha az AP ilaç dozunun kullanıldığı ve negatif belirtilerde daha
fazla düzelme olduğu saptanmıştır (Lindamer ve ark 2001). Östrojenin psikoz
tedavisindeki olumlu etkisi ile ilgili öne sürülen görüşler, bazı yeni
görüntüleme çalışmalarının sonuçları ile de desteklenmektedir. Nitekim bir
SPECT çalışmasında postmenopozal kadınlarda östrojen yerine koyma tedavisinin
etkisi ile putamende dopamin taşıyıcısı (“dopamin transporter”) nda artış
olduğu saptanmış ve GB şizofrenideki olumlu etkisinin buna bağlı olabileceği
öne sürülmüştür (Gardiner ve ark 2004).
Geç diskinezi genellikle AP ilaçları
uzun süre kulanımı ile ortaya çıkan ağız, yüz, ekstremiteler ve gövdeyi
tutabilen istemsiz, anormal ve tipik
olarak koreoatetoid özellik gösteren hareketlerdir. Geç diskinezi tanısı için
hastanın en az 3 ay AP kullanmış olması gerekmektedir. Ancak yaşlı hastalarda
tanı için sadece 1 ay yeterlidir. Tüm yaş grupları için yaygınlığı büyük
örneklemli bir çalışmada % 24.2 olarak bulunmuştur. Orta ve ileri yaşta
orofasyal yerleşimli geç diskinezi ekstremite ve gövdeyi tutan hareketlerden
iki kat daha fazla oranda görülmektedir. Genel olarak yaşlı hastalarda AP
ilaçların bu ciddi yan etkisi daha çok görülmektedir (4). Risk yaşla ve AP
kullanım süresinin uzaması ile birlikte yükselmektedir (4). Ortalama yaşın 65
olduğu 439 hastayı dahil eden bir izlem çalışmasında AP tedavisinin ilk 12
ayında %28.8 24. ayında %50.1 ve 36. ayında da %63.1 olarak bulunmuştur. Daha
ileri yaştaki hastalarda şiddetli geç diskinezi riskinin daha da arttığı
bildirilmiştir. Özellikle haloperidol gibi yüksek potanslı nöroleptik ilaçlarla
riskin gençlerde olduğu gibi yaşlılarda da daha da yüksek olduğu bildirilmiştir. Genel olarak atipik AP’in, nöroleptiklerden
daha az geç diskineziye yol açtığına ilişkin kanıtlar birikmektedir. Ancak
atipik AP’le uzun dönem ileriye dönük izlem çalışması bulunmamaktadır.
Nöroleptik ilaçların yaptığı EPS yan
etkileri açısından EB ve GB hastaları karşılaştıran yeni bir çalışmada, GB grubun
nöroleptik aldığı süre daha kısa olmasına rağmen, geç diskinezi yaygınlık ve
şiddeti EB gruba eşit olarak bulunmuş ve ilaçların GB grupta daha kolayca geç
diskinezi’ye yol açtığı öne sürülmüştür (Srinivasan ve ark 2001). Bu çalışmada
GB grupta yaşa bağlı artmış hassasiyet ya da şizofreninin GB formu ile
ilişkili, altta yatan nörolojik bir bozukluk nedeniyle ilaçların daha kolay geç
diskinezi ortaya çıkartabildikleri öne sürülmüştür. Bu çalışmada aynı şekilde
ilaç tedavisi ile gelişen parkinsonizmin de GB hastalarda daha şiddetli olduğu
saptanmıştır.
Geç diskinezi riski bakımından en
selim ilaç olmakla birlikte, klozapinin kullanımı, bazı özel durumlar dışında
yaşlı hastalarda çok uygun görülmemektedir. Nitekim nötropeni/ agranülositoz
riski ya da ortostatik hipotansiyon, sedasyon ve antikolinerjik yan etkileri,
kullanımını güçleştirmektedir. Risperidon da yüksek dozlarda EPS yan etkisi
riski taşımaktadır. Ayrıca yine ortostatik hipotansiyon, sedasyon, kilo alımı,
ya da hiperglisemi ve Tip II DM gibi yan etkileri olabilmektedir (4). Bir diğer
atipik ilaç olan ketiyapin ise, açık dört haftalık bir çalışmada, şizofreni,
sanrılı bozukluk, psikotik duygudurum bozuklukları gibi fonsiyonel psikotik
durumlar ve organik psikozu olan yaşlı hastaların dahil edildiği bir örneklemde,
etkili ve güvenilir bulunmuştur. Kullanılan optimum ilaç dozunun tanıya bağlı
değiştiği (aralık 50-800mg) ve en sık görülen yan etkilerin uykululuk ve baş
dönmesi olduğu bildirilmiştir (Yang ve ark 2005).
Atipik AP’lerin demansı olan yaşlılarda
davranışsal belirtilerin özellikle ajitasyonun kontrolünde kullanımı ile ilgili
olarak FDA’un Nisan 2005’te önemli bir uyarısı olmuştur. Uyarıda bu ilaçların
şizofreni için FDA onaylarının bulunduğu, ancak demansın davranışsal
belirtileri için onaylarının olmadığı bildirilmiştir. Yaşlı demans hastalarında
yapılan 17 plasebo kontrollü çalışmadan 15’inde özellikle kardiyak sorunlar
yüzünden olan ani ölümler olmak üzere mortalitenin arttığına dikkat çekilmiştir.
İlaç kutularına bu riski ve demansın davranışsal belirtilerinin onaylanan bir
indikasyon olmadığını belirten bir uyarı etiketinin eklenmesinin firmalardan istenmesine
karar verilmiştir. Bu uyarıya yanıt olarak, 65 yaş üzerindeki 22890 kişilik bir
örneklemde yapılan yeni bir çalışmada, atipik ilaçlarla nöroleptikler diğer
değişkenler kontrol edilerek mortalite riski açısından karşılaştırılmıştır. Bu çalışmada nöroleptik ilaçların atipik ilaçlardan daha yüksek
mortalite riski taşıdığı saptanmış ve riskin özellikle nöroleptik ilaçların
başlanmasından hemen sonrasında (40 gün içinde) ve daha yüksek dozlarda en
fazla olduğu bildirilmiştir. Bu nedenle bu çalışmada, FDA uyarısına yanıt olarak atipik ilaçların
kesilip yerine nöroleptik ilaçların başlanmaması önerilmiş, nöroleptik
ilaçların demans olsun olmasın, yaşlı popülasyonda atipik AP’e benzer oranlarda
mortaliteyi artırdığı bildirilmiştir (Wang ve ark 2005).
Sanrısal bozukluğu olan hastalarda da
AP’in etkili olabileceği bildirilmekle birlikte bazı hastalarda da hiç yanıt
alınamamaktadır. Bu hastalarda önemli bir sorun da sanrı sistemleri yüzünden
tedaviye uyum göstermemeleridir.
Şizofrenide farmakolojik tedaviye ek
olarak psikososyal tedavinin kullanılması yararlı görülmektedir. Herşeyden önce
tedavi eden doktorun destekleyici yaklaşımı, hastanın terapötik işbirliğini,
ilaç tedavisine uyumunu da artırabilir. Böyle bir yaklaşım, belirtilerin
tedaviyle değişimini izlemeyi de kolaylaştırır ve yatarak tedavi gereksinimini
azaltabilir. Geriatrik hasta grubunda aile üyeleri, komşu ve bakım verebilecek
diğer kişilerin yardımlarının alınması da, Alzheimer hastalığı ya da diğer
demanslarda olduğu gibi çok önemlidir. Bu alanda literatür olmamakla birlikte
sosyal beceri eğitimi ve bilişsel davranışçı tedavi yöntemleri de işe yaradığı
bilinmektedir (4).
Geriatrik Duygudurum Bozukluklarında Tedavi
Psikotik Unipolar Depresyon:
Yaşlı hastalarda psikotik depresyon,
EKT’nin önemli bir indikasyonudur. Eğer akut tedavi için AD kullanılacaksa,
tedaviye AP eklenmelidir. Akut nöbet tam olarak tedavi edildiğinde, psikotik
belirtilerin düzelmesinden (EKT ya da AP ile) 2-6 ay sonrasında AP ilaç
azaltılıp kesilmeli ve AD tek tedavi olarak idame ettirilmelidir (108).
Bipolar Bozukluk:
İlaç tedavisi psikotik geriatrik BP’ta
tedavinin ana bileşenidir. Yaşla ilgili farmokokinetik değişiklikler, ilaç
etkileşimleri, komorbid bedensel hastalıklar gibi faktörler geriatrik BP’ta
tedaviyi güçleştirebilmektedir. Tedavi ile ilgili randomize kontrollü
çalışmalar bulunmamakta bu konudaki bilgilerin çoğu olgu sunumları ya da olgu
serilerinden gelmektedir (109, 70). Ancak bu konuda çalışmalar hızla
artmaktadır. Geriatrik BP’un akut ve idame tedavisi ile ilgili yeni pilot
çalışmalar ve doğal izlem çalışmaları bulunmaktadır (110, 109). Bu verilerin
birikmesi ile yaşlı grup için BP tedavi rehberleri oluşturulması
hedeflenmektedir.
Bipolar mani tedavisinde geriatrik yaş
grubunda valproik asit bu popülasyonda tolere edilmesi daha güç olan lityumdan daha
öncelikli bir seçenektir. Valproatı ise duygudurum düzenleyici olarak
kullanılabilen (olanzapin, risperidon, ketiyapin, ziprasidon ve aripiprazol)
bir atipik AP seçimi izlemektedir. Ancak bütün bu ilaçların geriatrik manide
kullanımı kanıta dayalı değildir ve kontrollü çalışmalar bulunmamaktadır. Ziprasidon
ve aripiprazol kullanımı ile ilgili yaşlı BP hastalarda hiç bilgi yoktur
(Sajatovic ve ark 2005).
Böbrek işlevlerindeki yaşa bağlı
azalma nedeniyle böbreklerden atılan lityumun kullanımı yaşlı hastalarda
oldukça sorunlu olmaktadır. Hastalarda hızla terapötik serum düzeylerinden
toksik düzeylere kayma olabilmektedir. Bu nedenle lityum hem düşük dozda (150
mg/gün 70 yaş üstü, 300mg/gün 60-70 yaş) başlanmalı, hem de kan lityum
düzeyleri çok dikkatli olarak izlenmelidir. Ayrıca lityum kan düzeylerini
yükseltebilecek nonsteroidal antiinflamatuar ilaçlar, tiazid diüretikleri ve
anjiotensin dönüştürücü enzim inhibitörü gibi ilaç etkileşimleri açısından da
tetikte olmak gerekmektedir (111).
Valproat genellikle lityumdan daha iyi
tolere edilmekte ve düşük dozlarla (250 mg/gün) etkin kan düzeyleri elde
edilebilmektedir. Ancak birçok hastada yeterli serum düzeyleri ancak 750 mg/gün
dozlarında sağlanabilmektedir(111). Kan düzeylerinin klinik yanıt ve yan
etkilere göz önünde bulundurularak gerekirse 100mg/l’a kadar yükseltilebileceği
önerilmektedir.
Atipik AP’ler psikotik BP’ta
valproatla birlikte başlanabilmektedir. Ancak AP’ler bu amaçla kullanılırken
2-6 ay içide azaltılıp kesilmektedir. Bipolar depresyon tedavisinde de psikotik
belirtiler söz konusu olduğunda aynı şekilde atipik AP’ler (olanzapin,
risperidon, vb) ya da haloperidol gibi nöroleptikler AD tedavi ve duygudurum
düzenleyici ilaca ek olarak kullanılmaktadır(108).
İkincil mani söz konusu ise valproat
ya da karbamazepin gibi antikonvulzan duygudurum düzenleyicileri lityumdan daha
iyi tolere edilmektedirler (112). Öte yandan karbamazepinin hiponatremi
yapabileceği göz önüne alınmalı ve bu yan etki bakımından dikkatle izlenmelidir
(113).
KAYNAKLAR
1.Öztürk MO. Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. Yenilenmiş 8. Baskı. Feryal
Matbaası, Ankara, 2001, s. 133-147
2. American Psychiatric
Association: Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, 4th
Edition.
3. Koenig HG, Blazer DG. Mood Disorders. Blazer DG, Steffens DC, Busse EW
(eds) The American Psychiatric Publishing Textbook of Geriatric Psychiatry. 3.
Baskı. Arlington, VA, American Psychiatric Publishing, Inc. 2004; s.241-268.
4. Jeste DV, Wetherell JL, Dolder CR. Schizophrenia and Paranoid Disorders.
Blazer DG, Steffens DC, Busse EW (eds.) The American Psychiatric Publishing
Textbook of Geriatric Psychiatry. 3. Baskı. Arlington, VA, American Psychiatric
Publishing, Inc. 2004; 269-281.
5. Howard R, Rabins PV, Seeman MV, Jeste DV. Late-onset schizophrenia
and very-late-onset schizophrenia-like psychosis: an international consensus.
The International Late-Onset Schizophrenia Group. Am J Psychiatry. 2000;157(2):172-8.
6. American Psychiatric
Association: Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, 4th
Edition, Text Revision.
7. Palmer BW, McClure FS, Jeste DV.
Schizophrenia in late life: findings
challenge traditional concepts.Harv Rev Psychiatry. 2001;9(2):51-8.
8. Brodaty
H, Sachdev P, Rose N ve ark Schizophrenia with onset
after age 50 years. I: Phenomenology and risk factors. Br J Psychiatry. 1999;175:410-5.
9. Jeste DV, Symonds LL, Harris MJ ve ark. Nondementia nonpraecox dementia praecox? Late-onset schizophrenia.
Am J Geriatr Psychiatry. 1997; 5(4):302-17.
10. Almeida
OP. Early- vs. Late-Onset
Schizophrenia: Is It Time to Define the Difference? Am J Geriatr Psychiatry
1998; 6: 345-46.
11. Almeida OP,
Howard R, Levy R, ve ark. Clinical and cognitive diversity of psychotic states
arising in late life (late paraphrenia). Psychol Med 1995; 25:699–714
12. Palmer BW,
Bondi MW, Twamley EW ve ark. Are late-onset schizophrenia spectrum disorders
neurodegenerative conditions? Annual rates of change on two dementia measures.
J Neuropsychiatry Clin Neurosci. 2003 ;15(1):45-52.
13. Sachdev P,
Brodaty H, Rose N, Cathcart S. Schizophrenia with onset after age 50 years. 2:
Neurological, neuropsychological and MRI investigation.Br J Psychiatry.
1999;175:416-21.
14. Riecher-Rossler
A. Oestrogen effects in schizophrenia and their potential therapeutic implications--review.
Arch Women Ment Health. 2002;5(3):111-8.
15. Kulkarni J,
Riedel A, de
16.
Copeland JR, Dewey ME, Scott A ve ark. Schizophrenia
and delusional disorder in older age: community prevalence, incidence,
comorbidity, and outcome. Schizophr Bull. 1998; 24(1):153-61.
17. Davidson M,
Harvey PD, Powchik P ve ark. Severity of symptoms in chronically institutionalized
geriatric schizophrenic patients. Am J Psychiatry. 1995; 152(2):197-207.
18.
Heaton RK,
Gladsjo JA, Palmer BW ve ark. Stability and course of
neuropsychological deficits in schizophrenia. Arch Gen Psychiatry. 2001;
58(1):24-32.
19. Eyler Zorrilla LT, Heaton RK, McAdams LA ve ark. Cross-sectional study of older outpatients with schizophrenia and
healthy comparison subjects: no differences in age-related cognitive decline. Am J Psychiatry. 2000;
157(8):1324-6.
20. Evans JD, Heaton RK,
Paulsen JS ve ark. The relationship of
neuropsychological abilities to specific domains of functional capacity in
older schizophrenia patients.Biol Psychiatry. 2003; 53(5):422-30.
21.
Seeman MV. Psychopathology in women and men: focus on female hormones.
Am J
Psychiatry. 1997; 154(12):1641-7.
22. Grigoriadis S, Seeman MV. The role of estrogen in schizophrenia:
Implications for Schizophrenia Practice Guidelines for Women. Can J Psychiatry
2002; 47: 437-442
23.
24. Evans JD,
Paulsen JS, Harris MJ ve ark. A clinical and neuropsychological comparison of
delusional disorder and schizophrenia. J Neuropsychiatry Clin Neurosci. 1996;
8(3):281-6.
25. Jeste DV,
Finkel SI. Psychosis of Alzheimer's disease and related dementias. Diagnostic
criteria for a distinct syndrome. Am J Geriatr Psychiatry. 2000; 8(1):29-34.
26. Sweet RA,
Nimgaonkar VL, Devlin B ve ark. Psychotic symptoms in Alzheimer disease: evidence for a distinct
phenotype. Molecular Psychiatry
2003; 8: 383-92.
27. Paulsen JS,
Salmon DP, Thal LJ ve ark. Incidence of
and risk factors for hallucinations and delusions in patients with probable AD.
Neurology. 2000; 54(10):1965-71.
28. Wragg RE,
Jeste DV. Overview of depression and psychosis in Alzheimer's disease.
Am J Psychiatry. 1989; 146(5):577-87.
29. Shimabukuro J, Awata S, Matsuoka H.Behavioral and
psychological symptoms of dementia characteristic of mild Alzheimer patients.
Psychiatry Clin Neurosci. 2005; 59(3):274-9.
30. Weiner MF. Dementing Illness as a psychobiological process. Weiner MF,
Lipton AM (eds.) The Dementias. Diagnosis treatment and research. 3. Baskı.
Washington, DC, American Psychiatric Publishing, Inc. 2003; s.49-76.
31. Burns A, Jacoby R, Levy R. Psychiatric
phenomena in Alzheimer's disease. I: Disorders of thought content. Br J
Psychiatry. 1990; 157: 72-6.
32. Burns A,
Jacoby R, Levy R. Psychiatric phenomena in Alzheimer's disease. II: Disorders
of perception. Br J Psychiatry. 1990; 157:76-81.
33. Leroi I, Voulgari A, Breitner JC,
Lyketsos CG.The epidemiology of psychosis in dementia.
Am J Geriatr Psychiatry. 2003; 11(1):83-91.
34. Chapman FM, Dickinson J,
McKeith I ve ark. Association among visual
hallucinations, visual acuity, and specific eye pathologies in Alzheimer's
disease: treatment implications.
Am J
Psychiatry. 1999; 156(12):1983-5.
35. Cummings JL. Dementia Update. American
36. Terao T. Visual
hallucinations in Alzheimer's disease: possible involvement of low visual
acuity and dementia with Lewy bodies. J Neuropsychiatry Clin Neurosci. 2000;12(4):516-8.
37. Robinson RG, Starkstein SE. Neuropsychiatric aspects of cerebrovascular
disorders. Sadock BJ, Sadock VA (eds) Comprehensive Textbook of Psychiatry, 7.
Baskı. Philadelphia, PA, Lippincot Williams and Wilkins, 2000 s. 242-253.
38. Shanks
MF, Venneri A. Thinking through delusions in
Alzheimer's disease.
Br J
Psychiatry. 2004;184:193-4.
39. Kotrla KJ,
Chacko RC, Harper RG ve ark. SPECT findings on
psychosis in Alzheimer's disease.
Am J
Psychiatry. 1995 Oct;152(10):1470-5.
40. Sultzer
DL. Neuroimaging and the origin of psychiatric symptoms
in dementia.
Int
Psychogeriatr. 1996;8 Suppl 3:239-43.
41. Mega MS, Lee L, Dinov ID ve ark. Cerebral correlates of psychotic symptoms in Alzheimer's disease. J Neurol Neurosurg
Psychiatry. 2000; 69(2):167-71.
42. Mentis MJ, Weinstein EA, Horwitz B ve ark. Abnormal brain glucose metabolism in the
delusional misidentification syndromes: a positron emission tomography study in
Alzheimer disease. Biol Psychiatry. 1995; 38(7):438-49.
43. Lopez OL, Smith G, Becker JT ve ark. The
psychotic phenomenon in probable Alzheimer's disease: a positron emission
tomography study. J Neuropsychiatry Clin Neurosci. 2001;13(1):50-5.
44. Hirono N, Mori E, Ishii K ve
ark. Alteration
of regional cerebral glucose utilization with delusions in Alzheimer's disease.
J
Neuropsychiatry Clin Neurosci. 1998; 10(4):433-9.
45. Starkstein SE, Vazquez S, Petracca G ve ark. A SPECT study of delusions in Alzheimer's disease.
Neurology.
1994; 44(11):2055-9.
46. Sultzer DL, Brown CV,
Mandelkern MA ve ark. Delusional thoughts and regional frontal/temporal cortex metabolism
in Alzheimer's disease. Am J Psychiatry. 2003; 160(2):341-9.
47. Zubenko GS, Moossy J, Martinez AJ,
Rao G, Claassen D, Rosen J,
Kopp U. Neuropathologic and neurochemical correlates of psychosis in primary dementia.
Arch Neurol. 1991; 48(6):619-24.
48. Holmes C, Arranz MJ, Powell JF
ve ark. 5-HT2A and 5-HT2C receptor
polymorphisms and psychopathology in late onset Alzheimer's disease.Hum
Mol Genet. 1998; 7(9):1507-9.
49. Assal F, Alarcon M, Solomon EC ve ark. Association of the serotonin transporter and receptor
gene polymorphisms in neuropsychiatric symptoms in Alzheimer disease. Arch
Neurol. 2004; 61(8):1249-53.
50. Sweet RA, Nimgaonkar VL, Kamboh MI ve ark.Dopamine receptor genetic variation,
psychosis, and aggression in Alzheimer disease. Arch Neurol. 1998; 55(10):1335-40.
51. Holmes
C, Smith H, Ganderton R ve ark. Psychosis and aggression in Alzheimer's
disease: the effect of dopamine receptor gene variation. J Neurol Neurosurg
Psychiatry. 2001; 71(6):777-9.
52. Devanand DP, Jacobs DM, Tang MX ve ark. The course of psychopathologic
features in mild to moderate Alzheimer disease. Arch
Gen Psychiatry. 1997; 54(3):257-63.
53. Bassiony MM, Steinberg MS, Warren A
ve ark. Delusions and hallucinations in Alzheimer's
disease: prevalence and clinical correlates. Int J Geriatr Psychiatry. 2000;
15(2):99-107.
54. Perez-Madrinan G, Cook SE, Saxton JA ve ark. Alzheimer
disease with psychosis: excess cognitive impairment is restricted to the
misidentification subtype. Am J Geriatr Psychiatry. 2004; 12(5):449-56.
55. Drevets
WC, Rubin EH. Psychotic symptoms and the longitudinal
course of senile dementia of the Alzheimer type. Biol Psychiatry. 1989; 25(1):39-48.
56. Paulsen JS, Ready RE,
Stout JC ve ark. Neurobehaviors and
psychotic symptoms in Alzheimer's disease. J Int Neuropsychol Soc. 2000;
6(7):815-20.
57. McKeith IG, Galasko D, Kosaka K.
Clinical diagnosis of dementia with Lewy bodies (DLB): Report of the consortium
DLB international workshop. Neurology 1996; 47: 1113-1124.
58. Ballard CG, O'Brien JT, Swann AG ve ark.The
natural history of psychosis and depression in dementia with Lewy bodies and
Alzheimer's disease: persistence and new cases over 1 year of follow-up.
J Clin Psychiatry. 2001; 62(1):46-9.
59. Ballard C, Bannister C,
Graham C ve ark. Associations of psychotic symptoms in
dementia sufferers. Br J Psychiatry. 1995; 167(4):537-40.
60. Naimark D, Jackson E,
Rockwell E ve ark. Psychotic symptoms in Parkinson's disease patients with dementia. J Am Geriatr Soc. 1996;
44(3):296-9.
61. Meyers BS.Geriatric delusional depression. Clin
Geriatr Med. 1992; 8(2):299-308.
62. Kivela SL, Pahkala K,
Laippala P. Prevalence of depression in an elderly
population in
Acta
Psychiatr Scand. 1988; 78(4):401-13.
63. Meyers BS, Kalayam B,
Mei-Tal V. Late-onset delusional depression: a distinct
clinical entity?
J Clin
Psychiatry. 1984; 45(8):347-9.
64. Alexopoulos GS, Meyers BS, Young RC ve ark. 'Vascular depression' hypothesis. Arch Gen Psychiatry. 1997; 54(10):915-22.
65. Alexopoulos GS, Meyers BS, Young RC ve ark. Kakuma
T, Silbersweig D, Charlson M.Clinically defined
vascular depression. Am J Psychiatry. 1997; 154(4):562-5.
66. O'Brien JT, Ames D,
Schweitzer I ve ark. Clinical, magnetic resonance imaging and endocrinological
differences between delusional and non-delusional depression in the elderly.
Int J Geriatr
Psychiatry. 1997; 12(2):211-8.
67. Thakur M, Hays J, Ranga K ve
ark. Clinical,
demographic and social characteristics of psychotic depression. Psychiatry Res. 1999;
86(2):99-106.
68.
69. Cassano GB, McElroy SL, Brady K ve ark. Current issues in the identification and management of bipolar
spectrum disorders in 'special populations'. J Affect Disord. 2000; 59 Suppl
1:S69-S79.
70. Young RC.Bipolar disorders in older persons. Perspective and new
findings. Am J Geriatr Psychiatry 2005; 13: 265-7.
71.
72. Weissman MM, Leaf PJ,
Tischler GL ve ark. Affective disorders in five
73. Koenig HG, Blazer DG. Epidemiology
of geriatric affective disorders.
Clin Geriatr
Med. 1992; 8(2):235-51.
74.
Almeida OP,
Fenner S. Bipolar disorder: similarities and
differences between patients with illness onset before and after 65 years of
age. Int
Psychogeriatr. 2002; 14(3):311-22.
75. Özkan
B, Özer S, Demirci EBS ve ark. Seksen Yaşında İlk Atak Mani: Bir Olgu Sunumu”. 40. Ulusal Psikiyatri Kongresi, Program ve Kongre Bildirileri Özet
Kitabı, 616-618, Kuşadası, İzmir 2004.
76. Post F. Affective
disorders in old age. Paykel E (ed). Handbook of Affective Disorders.
77. Young RC, Klerman GL. Mania in late life: focus on age at onset. Am J Psychiatry. 1992; 149(7):867-76.
78. Yassa R, Nair V, Nastase C ve ark. Prevalence of bipolar
disorder in a psychogeriatric population. J Affect Disord. 1988; 14(3):197-201.
79. Sajatovic M, Blow FC,
Ignacio RV ve ark. New-onset bipolar disorder in later
life.
Am J Geriatr
Psychiatry. 2005; 13(4):282-9.
80. Sajatovic M, Bingham CR, Campbell EA ve ark. Bipolar
disorder in older adult inpatients. J Nerv Ment Dis. 2005; 193(6):417-9.
81. Roth M. The
natural history of mental disorder in old age. J Ment Sci. 1955; 101(423):281-301.
82.
Wylie ME,
Mulsant BH, Pollock BG ve ark. Age at onset in
geriatric bipolar disorder. Effects on clinical presentation and treatment
outcomes in an inpatient sample. Am J Geriatr Psychiatry. 1999; 7(1):77-83.
83. Young RC.Bipolar mood
disorders in the elderly. Psychiatr Clin North Am. 1997; 20(1):121-36.
84. Broadhead J, Jacoby R. Mania in old
age: a first prospective study. Int J Geriatr Psychiatry 1990; 5:215-22.
85. Calabrese JR,
Hirschfeld RM, Reed M ve ark. Impact
of bipolar disorder on a U.S. community sample. J Clin Psychiatry. 2003;
64(4):425-32.
86. Young RC, FaIk J: Age, manic psychopathology, and
treatment response. Int J Geriatr Psychiatry 1989; 4:73-78.
87. Goodwin F,
Jamison K. Manic-Depressive Illness. Oxford: Oxford University Press, 1990
88. Ertan T.
Yaşlıda mani klinisyeni demans yanlış tanısına götürebilir mi? Bir derleme.
Turk Psikiyatri Derg 1998; 9: 43-47.
89.
Shulman KI. Disinhibition syndromes, secondary mania
and bipolar disorder in old age.
J Affect Disord. 1997; 46(3):175-82.
90. Depp CA, Lindamer LA, Folsom DP ve ark. Differences in
clinical features and mental health service use in bipolar disorder across the
lifespan. Am
J Geriatr Psychiatry. 2005; 13(4):290-8.
91. Angst J, Preisig M. Course
of a clinical cohort of unipolar, bipolar and schizoaffective patients. Results
of a prospective study from 1959 to 1985. Schweiz Arch Neurol Psychiatr.
1995;146(1):5-16.
92. Kessing LV, Nilsson FM. Increased risk of developing dementia in patients with
major affective disorders compared to patients with other medical illnesses. J Affect Disord. 2003;
73(3):261-9.
93. Schneider LS, Pollock VE, Lyness SA. A metaanalysis of controlled trials of neuroleptic treatment in
dementia. J
Am Geriatr Soc. 1990; 38(5):553-63.
94. Jeste DV, Rockwell E, Harris MJ ve ark.
Conventional vs newer antipsychotics in elderly patients. Am J Geriatr
Psychiatry 1999; 7: 70-6
95. Jeste DV, Harris MJ, Krull A ve ark. Clinical
and neuropsychological characteristics of patients with late-onset
schizophrenia. Am J Psychiatry 1995; 152: 722-30.
96. Katz IR, Jeste DV, Mintzer JE ve ark.
Comparison of risperidone and placebo for psychosis and behavioral disturbances
associated with dementia: a randomized, double-blind trial. J Clin Psychiatry
1999 60: 107-115
97. Street JS, Tollefson GD, Tohen M ve ark.
Olanzapin for psychotic conditions in the elderly. Psychiatric Annals 2000; 30;
191-6.
98. De Deyn PP, Carrasco MM, Deberdt W ve ark. Olanzapine versus placebo in the treatment of
psychosis with or without associated behavioral disturbances in patients with
Alzheimer's disease. Int J Geriatr Psychiatry. 2004; 19(2):115-26.
99. Alexopoulos
GS, Silver JM, Kahn DA ve ark (eds.) The Expert Consensus Guideline series:
Treatment of agitation in dementia. A postgraduate medicine special report.
Minneapolis, MN, McGraw-Hill, 1998.
100. American Psychiatric Association. Practice guideline for treatment of
patients with Alzheimer’s disease and other dementias of late life. American
Psychiatric Association. Am J Psychiatry 1997; 154: 1-39.
101. Stoppe G, Brandt CA, Staedt JH. Behavioural problems
associated with dementia: the role of newer antipsychotics. Drugs Aging. 1999;
14(1):41-54.
102. Bonuccelli U, Ceravolo R, Salvetti S ve ark. Clozapine in Parkinson's disease tremor. Effects of acute and
chronic administration. Neurology. 1997; 49(6):1587-90.
103. Masand PS. Side effects
of antipsychotics in the elderly. J Clin Psychiatry. 2000;61 Suppl 8:43-9.
104. Graham JM, Sussman JD,
105. Goetz CG, Blasucci LM, Leurgans S ve ark. Olanzapine and clozapine: comparative effects on motor function in
hallucinating PD patients. Neurology. 2000; 55(6):789-94.
106. Tariot PN, Salzman C, Yeung PP ve ark. Long-Term use of quetiapine in elderly patients with psychotic
disorders. Clin
Ther. 2000;22(9):1068-84.
107. Samuel W, Caligiuri M, Galasko D ve ark. Better cognitive and psychopathologic response to donepezil in
patients prospectively diagnosed as dementia with Lewy bodies: a preliminary
study. Int J
Geriatr Psychiatry. 2000; 15(9):794-802.
108. Jacobson
SA, Pies RW, Greenblatt (eds). Handbook of Geriatric Psychopharmacology. 1.
Baskı. Washington,DC, American Psychiatric Publishing, Inc. 2002; s. 187-247
109. Gildengers AG, Mulsant BH, Begley AE ve
ark. A pilot study of standardized treatment in
geriatric bipolar disorder. Am J Geriatr Psychiatry. 2005; 13(4):319-23.
110. Young RC, Gyulai L, Mulsant BH ve ark.
Pharmacotherapy of bipolar disorder in old age: review and recommendations.Am J Geriatr Psychiatry.
2004; 12(4):342-57.
111. Schatzberg AF, Cole JO, DeBattista C (eds). Manual of Clinical
Psychopharmacology. 4.Baskı. Washington, DC, American Psychiatric Publishing,
Inc. 2003; s.558-559.
112. Flint A. Ageing as a risk factor for lithium neurotoxicity at
therapeutic serum levels. Br J Psychiatry 1993; 163: 555-556.
113. Gandelman MS. Review of carbamazepine-induced hyponatremia. Prog.
Neuropsychopharmacol. Biol. Psychiatry 1994; 18: 211-233.
Wang PS,
Schneeweiss S, Avorn J ve ark. Risk of death in elderly
users of conventional vs. atypical antipsychotic medications. N Engl J Med. 2005 ;353(22):2335-41.
Wang PS, , Schneeweiss S, Avorn J ve ark:
Risk of Death in Elderly Users of Conventional vs. Atypical Antipsychotic
Medications. (2005)
Arunpongpaisal
S, Ahmed I, Aqeel N, Suchat P. Antipsychotic drug treatment for elderly people with late-onset
schizophrenia. Cochrane Database Syst Rev. 2003;(2):CD004162.
Gardiner SA, Morrison MF, Mozley PD ve ark. Pilot study on the effect of estrogen replacement
therapy on brain dopamine transporter availability in healthy, postmenopausal
women. Am J Geriatr Psychiatry. 2004;12(6):621-30.
Sajatovic M, Madhusoodanan S, Coconcea N. Managing bipolar disorder in the elderly: defining the role of the
newer agents. Drugs Aging.
2005;22(1):39-54.
Christenson R, Blazer D. Epidemiology
of persecutory ideation in an elderly population in the community. Am J Psychiatry. 1984
Sep;141(9):1088-91.
Tien AY. Distributions of
hallucinations in the population.
Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol. 1991 Dec;26(6):287-92.
Yang CH, Tsai SJ, Hwang JP.The
efficacy and safety of quetiapine for treatment of geriatric psychosis. J Psychopharmacol. 2005;19(6):661-6.
Tablo 2
GB şizofrenide klinik özellikler*
|
Tip A |
Tip B |
Bilişsel işlevler |
Dikkat, küme değiştirme ve planlama gibi alanlara sınırlı bozukluk |
Yaygın bilişsel bozukluk |
Pozitif belirtiler |
Sık ve şiddetli, Schneiderin birinci sıra belirtileri gibi karmaşık
psikotik semptomlar |
Semptomlar daha basit ve daha az karmaşık |
Negatif belirtiler |
Sık değil |
Sık değil |
|
|
|
Nörolojik belirtiler |
Kontrollerden daha fazla |
Sık ve şiddetli |
Nörogörüntüleme sonuçları |
Lateral ventriküllerde hafif büyüme |
Serebral atrofi, serebrovasküler hastalığın yaygın belirtileri |
* 11 nolu kaynaktan alıntı yapılmıştır
Tablo
2: Alzheimer Hastalığında Antipsikotik İlaçların Başlangıç ve İdame Dozları*
*99 ve 100 no’lu kaynaktan alıntı yapılmıştır.
İndeks sözcükler:
Geç başlangıçlı şizofreni
Erken-başlangıçlı şizofreni
Sanrılı bozukluk
Bipolar Bozukluk
Psikotik Depresyon
Alzheimer hastalığı
Davranışsal bozukluklar
Antipsikotik
Not: Yazı kaynak ve tablolar hariç 15 sayfadır.
Bu görüş birliğini destekleyecek şekilde Palmer ve arkadaşları da (7), EB şizofreniyle benzerliğinin farklılıklarından daha fazla olduğunu, GB şizofreninin de nörodejeneratif değil, nörogelişimsel bir bozukluk olduğunu bildirmektedirler.YAŞLIDA PSİKOTİK BOZUKLUKLAR
Doç. Dr.
Suzan Özer
HÜTF
Psikiyatri AD
Yaşlı bireylerde klinik önemleri ve sosyal olumsuz
etkileri nedeniyle psikotik bozuklukların dikkatle ele alınması gerekir. Yaşlılık döneminde görülen psikotik
belirtiler, erişkin yaşamı boyunca psikotik durumların etyolojisi ile ilgili
yapılan araştırmalar bağlamında da önem taşırlar. Genç hastalarda görülen
psikoz tablolarının hemen hepsi yaşlı hastalarda da görülebilir. Ancak
erken-başlangıçlı (EB) olan ve ilk kez yaşlılık döneminde başlayan psikozlar
arasında epidemiyolojik ve klinik açıdan önemli farklılıklar bulunmaktadır.
Yaşlılarda tedavi gerektiren psikotik durumlarla
ilgili literatür ön planda geç-başlangıçlı (GB) şizofreni, sanrılı bozukluk ve
parafreniye odaklanmıştır (Henderson ve ark 1998). Genel olarak major depresyon
sıklığının, yaşlılarda gençlere göre daha düşük olduğu bilinmektedir. Ancak psikotik
öğelerin eşlik ettiği majör depresyon (sanrılı depresyon) için durum farklıdır.
İleri yaşlarda ortaya çıkan depresyonlarda sanrıların, EB depresyonlara göre
daha sık eşlik ettiğini bildiren çalışmalar vardır (3). Bipolar bozukluğun (BP)
ve manik nöbetin ise ilk kez ileri yaşta ortaya çıkması ise sanılandan daha
sıktır ve psikotik belirtilerle gitmesi de nadir değildir.
İlgili psikotik bozukluklarda görülen temel
belirtilerden en önemlileri sanrı ve varsanılardır. Sanrı (delüzyon) dış gerçekle ilgili doğru olmayan bir çıkarıma
dayanan ve aksi kanıtların varlığına rağmen değiştirilemeyen inançlardır. Bu
inanç hastaların din, kültür ya da alt kültürünün bir parçası değildir. Varsanı (halüsinasyon) ise uyaran bulunmadığı halde algılama olmasıdır (1). Psikoz,
ana belirtileri sanrı ve varsanılar olan bir klinik sendromdur, ancak ayrıca
düşünce bozukluğu, tuhaf (bizar) davranışlar, yargılama ve gerçeği
değerlendirme yetisinin bozulduğuna işaret eden diğer belirtiler de görülebilir.
(2). Sanrı ve varsanılar artı (pozitif) psikotik belirtilerin en önde gelenleridir.
Eksi (negatif) belirtiler ise şöyle özetlenebilir: Duygulanımda azalma, küntleşme,
konuşmada, düşüncede fakirleşme, aşırı içe kapanma, toplumdan çekilme, istek ve
istenç (irade; “volition”) azalması, kendine bakma, iş ve toplumsal uyum
alanlarında ilgi ve sorumluluk alanında azalma. Psikozlar ileri yaş grubu da
dahil olmak üzere tüm yaş gruplarında görülen en ağır ruhsal bozukluklardandır.
Epidemiyolojik verilere ayrı ayrı her bir
bozuklukta yer verilmiş olmakla birlikte genel olarak psikotik belirtilerin
toplum örneklemlerinde yaygınlık ve sıklık oranlarını gözden geçirmek de ön bir
fikir verebilir. Psikiyatrik tanı sınıflandırma sistemlerinin farklı psikotik
bozukluklar için tanımladığı ölçütler kullanılarak yapılan geniş ölçekli bir
çalışmada, 65 yaş üzerindeki kişilerde şizofreni ve sanrılı bozukluğun genel
toplumda yaygınlık oranları sırasıyla %0.12 ve %0.04 bulunmuştur (Copeland ve ark
1998). Tanı yerine belirti düzeyinde sıklık ve yaygınlığı araştıran alan
çalışmalarında ise daha yüksek oranlar saptanmaktadır. Yine büyük bir toplum örnekleminde, kötülük
görme düşüncelerini tarayan bir çalışmada bu belirtilerin %4 oranında görüldüğü
bildirilmiştir. Tien ve ark 1991 ise görme varsanılarının sıklığını (insidans)
toplum taramasında 80 yaş üzerindeki kadınlarda %4 olarak bulmuşlardır. Daha
yeni bir çalışmada ise genel olarak psikotik belirtilerin nokta yaygınlığının
%5.7 olduğu ve bilişsel bozukluk, yalnız yaşamak, erkek olmak, düşük eğitim
düzeyi, sosyal izolasyon, kötü fizik sağlık ve depresif belirtiler gibi risk
faktörlerinin eşlik ettiği bildirilmiştir (Henderson AS ve ark 1998).
“Yaşlıda
Psikotik Bozukluklar” başlığı altında EB şizofreninin yaşlılık dönemindeki
görünümü, geç-başlangıçlı (GB) şizofreni, çok geç-başlangıçlı şizofreni benzeri
psikoz ve sanrılı bozukluğa yer verilmiştir. Afektif psikozlar (psikotik
unipolar depresyon ve BP) da bu bölümün kapsamı içindedir (Tablo 1). Bu bölümün
ikinci yarısında, tüm bu durumlarda önerilen tedavi yaklaşımları gözden
geçirilmiştir.
Tablo I:
Yaşlıda psikotik bozukluklar
Erken başlangıçlı şizofreninin ileri yaştaki
görünümü |
Geç başlangıçlı şizofreni |
Çok geç-başlangıçlı şizofreni-benzeri psikoz |
Sanrılı bozukluk |
Duygudurum bozuklukları (Afektif psikozlar) Psikotik
BP Psikotik
depresyon |
I) YaŞlıda psikotik bozukluklar
Erken başlangıçlı şizofreninin ileri yaştaki görünümü
Şizofrenide hastalık başlangıcı genellikle yaşamın
ikinci ya da üçüncü dekatında olur. Morbidite ve mortalite, özelikle özkıyım (intihar)
oranları genel nüfustan daha yüksek olsa da, günümüzde EB şizofreni hastalarının
pek çoğu ileri yaşa kadar yaşamaktadır. Şizofrenisi olan ileri yaştaki
hastaların yaklaşık %80’i EB ve kronik bir seyir göstermiş olan hastalardır.
45-64 yaş arası bireylerde şizofreni yaygınlığı %0.6’dır (4) daha ileri
yaşlarda da % 0.1-0.5 civarında saptanmaktadır (16). Öte yandan şizofrenide
gidiş özellikleri ilgili bilgiler kısıtlıdır ve araştırma sonuçları heterojendir.
Kabaca % 20 hasta hem pozitif hem de negatif belirtilerde düzelme göstermekte,
%20’sinde belirtilerde kötüleşme olmakta ve geri kalan %60’ında da gidişte
önemli bir değişiklik olmamaktadır (4). Genellikle ilk kötüleşme hastalığın başladığı
dönemden kısa bir süre sonra olmaktadır ve ilk 5-10 yılda kötüleşme
sürebilmektedir. Daha sonra süreç genellikle kararlı (stabil) gitmekte, hatta
bazen yaş arttıkça pozitif belirtilerde düzelme olabilmektedir. Öte yandan hastalığın
başlangıcı tedrici ve sinsi, hastalık öncesi (premorbid) psikososyal ya da
işlevsel bozukluk şiddetli ve negatif belirtiler daha belirgin olduğunda, gidiş
ve prognoz da daha kötü olmaktadır. Bir çalışmada 25-85 yaş arasındaki uzun
süreli hospitalizasyonla izlenen hastalar 10 yıllık yaş aralıklarına bölünerek
karşılaştırılmış ve yaşlı hastalarda genç hastalara göre pozitif belirtilerin
daha az, negatif belirtiler ve bilişsel belirtilerin ise daha fazla olduğu
saptanmıştır (17). Ancak ayaktan hastalarla yapılan çalışmalara bakıldığında,
belirtilerle yaş arasında her zaman böyle bir ilişkinin bulunmadığı
görülmektedir (4). Şizofrenik hastaların genel olarak öğrenme, soyut düşünme ve
bilişsel esneklik gibi nöropsikolojik işlevlerde sağlıklı kontrollere göre
bozuklukları vardır, ancak zaman içinde bu bozuklukların kötüleştiğine ilişkin
kanıt yoktur (18). Şizofrenik hastalarla sağlıklı kontroller arasında bilişsel
işlevlerde yaş artışı ile ortaya çıkan gerileme bakımından fark yoktur (19).
Yaşlı şizofreni hastalarında işlevsel bozulmanın
derecesi ile ilgili olarak çeşitli çalışmalarda bildirilen sonuçlar değişkendir.
Ancak genel olarak nöropsikolojik işlev bozukluğu, negatif belirtiler ve düşük
eğitim düzeyi ile birlikte, işlevsel
kapasitenin daha kötü olması ile ilişkili bulunmaktadır (20).
Yaşlanma ile ilgili olarak gidiş ve prognozu
etkileyebilen biyolojik faktörler de olabilir. Menopoz sırasındaki hormonal
değişiklikler bunlara bir örnektir (14). Menopoz döneminde östrojenin düşmesine
bağlı olarak şizofrenide alevlenme riskinin arttığına ilişkin veriler vardır
(21). Genç erkeklerle kadınları karşılaştıran çalışmalarda, menapoz öncesi genç
kadınların daha az dozda antipsikotik (AP) ilaca gereksinim gösterdiğini, daha
ileri yaşlarda da bu farklılığın tersine döndüğünü bildiren tedavi çalışmaları
vardır. Buna benzer verilerden yola çıkarak kadınlarda perimenopoz ya da
postmenopozal dönemde AP tedavisine östrojen eklenmesiyle tedavinin
güçlendirileceğine ilişkin klinik çalışmalar da yapılmıştır. Özellikle
östrojenin yakın ve uzak sözel bellekte olumlu etkisi olduğu öne sürülmektedir.
Yaşlı şizofreni hastalarında çok önemli sorunlardan biri olan bilişsel
bozuklukta, postmenopozal şizofrenik kadınlarda östrojen yerine koyma tedavisinin
kullanılmasının yararlı olabileceği düşünülmektedir (22).
Geç başlangıçlı şizofreni
Şizofreni, genellikle 25 yaş öncesinde başlayan ve
yaşam boyunca devam eden bir hastalıktır. Psikiyatrik bozukluk sınıflandırma
sistemlerinde tek bir tanı olarak yer alır, ancak hastalık öncesi psikopatoloji,
başlangıç yaşı, etiyoloji, kliniğe hakim olan belirtiler, gidiş ve tedaviye
yanıt açısından farklılıklar gösterir. Tarihçesine bakıldığında şizofreninin
genç erişkin döneme ait bir hastalık olarak değerlendirildiği görülmektedir.
Kraepelin 20. yüzyılın başlarında, şu anda şizofreni olarak bilinen, gençlikte
başlayan, ilerleyici kötüleşme ile giden, kötü prognozlu bu bozukluğu
tanımlamak için erken bunama (“dementia praecox”) terimini kullanmıştır. Kraepelin
daha sonraki gözlemlerinde, bazı hastalarda başlangıç yaşının daha geç olabildiğini,
hastalığın 5, 6 ya da 7. dekatta başlayan bir alt grubu olduğunu ve hastaların tümünde kalıcı kötüleşme olmadığını saptadı.
“Parafreni” olarak adlandırdığı bu alt grupta sanrı ve varsanılar nispeten geç
yaşta ortaya çıkıyor ve paranoid belirtiler kliniğe hakim görünüyordu. Önceleri
erken bunamada sözü geçen, ilerleyici kötüleşmenin parafreni tablosunda olmadığını
öne sürse de, daha sonra bu hastaların bir kısmında yıkım olduğunu gözlemledi.
1943’te Bleuler GB şizofreniyi 40 yaş üstünde belirtilerin sergilenmeye
başlandığı, EB şizofreniye benzer bir tablo olarak tarif etti. Bleuler’in izlediği
tüm şizofrenik hastaların %15’inde (126 hasta) GB şizofreni vardı ve bu hastaların
% 50’si, belirtileri bakımından EB hastalardan hiç farklı değildi. Bleuler’in
kesme noktası olan 40 yaş Alman literatüründe benimsenirken, o dönemki İngiliz
literatürü, Roth’un önderliğinde 55-60 yaşı kesme noktası olarak aldı. Roth
1955’te ileri yaşta sanrı, varsanı gibi belirtilerin sergilendiği ve psikoza
ilişkin aile öyküsü olmayan hastalar için geç parafreni terimini kullandı ve bu
durumun daha çok kadınlarda görüldüğünü saptadı (akt. 4). Aile öyküsünün
olmaması geç parafreninin EB şizofreniden farklı bir etyolojisi olabileceğini
düşündürüyordu. Aynı dönemlerde Avrupa’da geriatrik psikiyatrinin ayrı bir alt
uzmanlık alanı olarak yerleşmesi sırasında kadınlarda daha sık görülen geç
parafreni kavramı tutarlı bir sendrom olarak kabul gördü ve Ruhsal ve Davranışların
Hastalıkların Uluslararası Sınıflaması dokuzuncusu (ICD-9/International
Classification of Disease)’na dahil edildi. Ancak daha sonra aynı sınıflama
sisteminin daha sonraki formu olan ICD-10’da ise GB şizofreni ayrı bir tanı
kodu ile yer almadı (5).
Amerika Birleşik Devletleri’nde tanısal
sınıflandırma sistemlerinde önceleri şizofreni ölçütleri içerisinde başlangıç
yaşı yer almazken (Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı Birinci ve
İkinci Baskısı/ “Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders”/DSM-I,
DSM-II), daha sonra DSM-III’de şizofreni tanısı için başlangıç yaşının 45 yaş
ve altı olması koşulu getirildi. DSM-III-R (yeniden gözden geçirilmiş formu/revised)’de
ise 45 yaş üstünde belirtileri başlayan hastalar için GB şeklinde tiplendirme
olanağı bulunmaktaysa da daha sonra DSM-IV ve DSM-IV-TR (6)’de başlangıç yaşı hiç
tanımlanmamıştır. Yani DSM-IV de ICD-10 gibi bu tanı için ayrı bir kod
içermemektedir. Şu anki yaklaşım, şizofreni için tanı ölçütlerini karşılayan
tüm olguların, başlangıç yaşından bağımsız olarak, aynı hastalık sınıfı içinde
incelenmesi doğrultusundadır. Öte yandan yine DSM-IV’te, ilk kez 45 yaş
üzerinde belirtileri ortaya çıkan şizofreni olguları genel olarak EB hastalara
benzeseler de, bu grupta kadın cinsiyetin daha yüksek oranda olduğu ve daha iyi
meslek ve evlilik öyküleri bulunduğundan söz edilmektedir. Bu olgularda, daha
fazla paranoid sanrı ve varsanı, daha az dağınıklık (dezorganizasyon)
belirtileri ve negatif belirtiler bulunduğu da bildirilmektedir. 60 yaş
üzerinde olan hastalarda duysal defisitlerin olduğu da eklenmektedir (5).
1998’te yılında 17 uluslararası temel bilim ve
klinik geriatrik psikiyatri merkezinin temsilcilerinin biraraya gelmesi ile oluşan
“Uluslararası GB Şizofreni Grubu”, 40 yaştan sonra başlayan hastalığı, GB
şizofreni olarak tanımlamanın epidemiyolojik, belirti profili ve patofizyoloji
bakımından geçerli bir yaklaşım olacağını öne sürmüştür. Ayrıca bu durumun
şizofreni ile ilişkili ayrı bir bozukluk değil, şizofreninin bir alt tipi olarak
görülmesi gerektiğini bildirmişlerdir (5). GB şizofreni tanımlamasının,
hastalığın etiyolojisi ve patofizyolojisi ile ilgili çok merkezli çalışmalarda
kolaylık sağlayacağı da belirtilmiştir.
GB
Şizofrenide Risk Faktörleri ve Etiyoloji
GB şizofreni hastalarının risk faktörleri açısından
EB hastalarla benzerlikler gösterdiği bilinmektedir. Bir çalışmada DSM-III-R’ye
göre GB olarak tanımlanan hastalarla, EB hastaların nörolojik muayene bulguları
ve beyin görüntüleme bulguları karşılaştırıldıklarında, her iki grupta nörolojik
silik belirti şiddetinin benzer düzeyde olduğu saptanmıştır. İki grup arasındaki
tek farklılığın kranyal manyetik resonans görüntüleme (MRG)’de GB hastalarda daha
fazla saptanan periventriküler beyaz cevher sinyal hiperintensiteleri olduğu
bildirilmiştir (8). Ailede şizofreni öyküsünün her iki grupta da benzerlik
gösterdiği (% 10-15) de bilinmektedir (9).
GB olgularda çocukluk döneminde uyum bozukluğu EB
olgulara benzer ve sağlıklı kontrollerden yüksek oranlarda bulunmaktadır (4). Ayrıca
şizofreni etiyolojisinde erken nörogelişimsel hipotezi destekleyen epikantus,
düşük yerleşimli kulak, yüksek kubbeli damak vb. minor fiziksel anomaliler EB
olgulara benzer şekilde GB şizofreni hastalarında da sağlıklı kontrollerden
daha fazla saptanmaktadır. Yine izlem çalışmalarında bilişsel bozukluğun yaşla
giderek artmadığını gösteren çalışma sonuçları da GB şizofrenide, nörodejeneratif
değil nörogelişimsel etiyolojiyi desteklemektedir.
Başta işitme kaybı olmak üzere, duysal
defisitlerin ileri yaşlarda sıkça psikotik belirtilere eşlik ettiği ve GB
şizofreni için bir risk faktörü olabileceği öne sürülmüştür. Öte yandan GB ya
da EB şizofrenik hastaların duysal defisitleri için sağlıklı ileri yaş
bireylerden daha az tıbbi yardım
aldıkları ve düzeltilmemiş duysal defisitlerin sadece tıbbı bakım hizmetlerini
az kullanma ile ilgili olabileceği de düşünülmektedir (4).
Beyin görüntüleme çalışmalarında da GB şizofrenide
inme, tümör ya da geç yaşta şizofreni tablosunun ortaya çıkışını
açıklayabilecek diğer bir bozukluk saptanmamaktadır. Öte yandan bazı
çalışmalarda ventriküllerde genişleme ya da beyaz cevher hiperintensitelerin
fazla olması gibi özgül olmayan yapısal bulguların EB olgulardan daha fazla
olduğu bildirilmektedir (13). Bir ön çalışmada da talamus hacminin EB olgulara
göre daha büyük olduğu gösterilmiştir (7).
Başlangıç yaşı ile şizofreni için genetik risk
arasında tutarlı bir ilişki bulunamamış olsa da, GB olguların şizofreninin
nörobiyolojik olarak farklı bir alt tipi olduğu, kortiko-striato-pallido-talamik
devrede farklı bir bozukluğun, başlangıç yaşındaki farklılığı da
açıklayabileceği de öne sürülmektedir (9).
Geç erişkin yaşlarda ilk kez ortaya çıkan
şizofreni tablosunun kadınlarda daha sık görüldüğü bilinmektedir. GB olgularda
kadın cinsiyet oranının yüksekliği, “östrojenin koruyuculuğu” hipotezi ile
açıklanmaya çalışılmaktadır. Genel olarak şizofrenide kadın ve erkekler
arasında başlangıç yaşı, klinik belirtiler, gidiş ve tedavi yanıtı açısından
farklılıklar vardır. Kadınlarda şizofreninin erkeklere göre 4-5 yaş daha geç
başladığı ve erkeklerden farklı olarak 45-54 yaşları arasında (menopoz-perimenopoz
dönemi), başlangıç yaşının ikinci bir zirve
yaptığı bilinmektedir. Menopoza kadar kadınlarda daha iyi klinik gidiş
özellikleri görülmektedir. Bu epidemiyolojik verilerden yola çıkarak,
östrojenin beyinde uzun süreli etkileri aracılığıyla menarş ve menopoz
arasında, hastalığın ortaya çıkması için gereken yatkınlık eşiğini yükselttiği,
adeta endojen bir AP gibi davranarak hastalığa yatkınlık taşıyan kadınları menopoza
kadar koruduğu öne sürülmüştür (14, 15).
GB Şizofrenide
Klinik Belirtiler ve Bilişsel Bozukluk
GB şizofrenide, paranoid alt tip, EB gruba göre
daha yaygındır. Bir çalışmada GB olguların % 75’inde, EB olguların ise
%50’sinde paranoid alt tip saptanmıştır (9). GB hastalarda genel olarak,
kötülük görme ile ilgili olan ve organize sanrılar baskındır. İkinci en sık
görülen psikotik belirti işitme varsanılarıdır. Hastanın hareketleri ile ilgili
yorumlar yapan, ya da aralarında konuşan sesler duyma şeklindeki varsanılar sık
görülür. GB şizofrenide negatif belirtiler ise, EB olgulara göre daha az oranda
görülür (7).
Nöropsikolojik testlerde de GB olguların özellikle
öğrenme, düşüncede esneklikte ve soyut düşünmede, EB olgulara göre daha az bozukluk
gösterdikleri saptanmaktadır. Yine başarılı meslek ve evlilik öyküleri ve genel
olarak hastalık öncesi işlevselliğin EB olgulara göre daha yüksek olması, GB
olguların özelliklerindendir.
GB olguların nöropsikolojik test performanslarının
EB olgular, psikotik Alzheimer hastaları (AH) ve normal kontroller ile
karşılaştırıldığı bir çalışmada, bir ya da iki yıl süre sonrasında bilişsel
değişiklikler değerlendirilmiştir (12). Bu çalışmada GB olgulardaki bilişsel
değişikliklerin, psikotik özellikleri olan AH’ından daha az, EB olgular ve normal kontrollerle ise benzer
olduğu saptanmıştır (12). Yıllar içindeki bilişsel yıkımın benzerliğinden başka
bilgi işleme hızında, bellek ve frontal testlerle değerlendirilen yönetici
işlevlerde (“executive functions”) ki kesitsel bozukluk açısından da EB ve GB
olgularda fark olmadığını bildiren çalışmalar vardır (8).
Almeida (10) şizofreniyi EB ve GB olarak ikiye
ayırmanın da yeterli olmayacağını, GB olguların homojen tek bir grupta
incelenemeyeceğini öne sürmektedir. Psikopatoloji, nörogörüntüleme sonuçları ve
nöropsikolojik özelliklerin incelendiği bir küme analizi çalışmasında (11), GB
hastaların bu özellikler açısından 2 alt gruba ayrılabileceği bildirilmiştir
(Tablo 2).
Tedavi açısından genel olarak her iki grup hastada
AP’lere yanıt benzer olmakla birlikte, yaş olarak eşleştirilmiş EB olgularla
karşılaştırıldıklarında, GB olguların daha düşük günlük dozlara gereksinim
duydukları da bildirilmektedir (9).
GB
Şizofrenide Ayırıcı Tanı
Geriatrik yaş grubunda ilk kez psikotik belirtiler
ortaya çıkınca, öncelikle organik bir patoloji olup olmadığı araştırılmalıdır.
Ayırıcı tanının bir an evvel yapılması oldukça önemlidir, çünkü
endokrinopatiler örneğinde olduğu gibi klinik belirtilerin şizofreniyi taklit
ettiği bazı organik bozukluklar birincil hastalığın tedavisiyle tamamen
düzelebilir. Endokrinopatiler dışında çeşitli nörolojik bozukluklar (Parkinson
hastalığı, demans, demiyelinizan hastalıklar, tümörler, ensefalopatiler),
vitamin eksiklikleri, ya da iatrojenik nedenler (L-DOPA gibi ilaçlara ikincil) de
organik ayırıcı tanıda düşünülmelidir.
Organik patoloji dışında ayırılması gereken ikinci
önemli tanı EB şizofrenidir. Hastalık öncesi kişilik özelliklerinde farklılaşma
ve önceki işlevsellik düzeyinde net bir bozulmanın 40 yaş altında olup olmadığını
ayırdedebilmek için hasta ve ailesinden ayrıntılı öykü almak gereklidir. GB
şizofreni tanısı, sadece ilk hospitalizasyonun 40 yaş üstünde olması ile
konmamalıdır, çünkü bazı hastalarda ilk hospitalizasyondan önce, daha önceki
işlevsellik düzeyinde belirgin kötüleşmenin ortaya çıkması ile giden prodrom
dönemi, hatta açık psikotik belirtiler başlamış olabilir.
Psikotik özelliklerle giden duygudurum
bozuklukları da ilk kez 40 yaş üzerinde ortaya çıkabilir ve GB şizofreni ile
karıştırılabilir. Ancak duygulanım belirtilerinin daha baskın olması ve
hastalığın nöbetler halinde olması ile klinisyen duygudurum bozukluğu tanısına
yönelebilir.
Sanrılı bozukluk da GB şizofreniye benzerlik
gösteren diğer bir hastalıktır. Ancak bizar sanrıların olmaması, varsanıların
ön planda olmaması, Schneider belirtilerinin olmaması, duygulanımda düzleşme ya
da giderek kötüleşen gidiş olmaması ile ayırdedilebilir.
Çok Geç-Başlangıçlı Şizofreni-Benzeri Psikoz
Uluslararası GB Şizofreni Grubu, 40-60 yaş
arasında hastalığı başlayan olguları, GB şizofreni olarak tanımlarken,
başlangıç yaşı 60 ve üzeri olan olguların, çok GB şizofreni-benzeri psikoz
(“very late onset schizophrenia-like psychosis”) olarak adlandırılması
gerektiğini öne sürmüşlerdir (5). Böyle bir tanımlamanın amacı, bu alandaki
tartışmaları sonlandırmak değil, bu hastaların konumunu netleştirebilmek amacı ile daha fazla çalışma
yapılmasını sağlayabilmektir. Çok GB
hastaları, EB ve GB hastalardan ayıran faktörler; genetik yükün düşük olması,
erken çocukluk döneminde uyum bozukluğunun daha az bildirilmesi, düşünce
bozukluğu ve künt duygulanım gibi negatif belirtilerin nispeten daha az olması,
ileri yaşla ilgili olarak AP ilaçların bir yan etkisi olan geç diskinezinin
daha yüksek oranda görülmesidir. Ayrıca çok GB hastalarda nörogelişimsel yerine
nörodejeneratif bir süreci düşündüren kanıtlar vardır. Çok GB şizofreni-benzeri
psikoz, ileri yaşta şizofreniye bağlı olmayan psikozlar için kullanılan
heterojen bir tanı sınıfıdır ve önceki geç parafreni teriminin yerini almıştır.
Serebrovasküler olay, tümör ya da diğer nörodejeneratif değişiklikler gibi çok
çeşitli nedenlere bağlı durumları içerir
(4).
Sanrılı bozukluk
Kötülük görme (perseküsyon sanrıları) gibi
paranoid sanrıların ileri yaştaki bireylerin % 6’sında görüldüğü
bildirilmektedir, ancak bunların çoğu psikotik demans hastalarıdır (23).
Sanrılı bozukluğun temel özellikleri bizar (tuhaf)
olmayan, sistemli sanrıların (kötülük görme, somatik, erotomanik, büyüklük ya
da kıskançlık sanrıları) olması ve belirgin işitme ya da görme varsanılarının
eşlik etmemesidir. DSM-IV-TR’de yukarıda sayılan alt tipler dışında bu
sanrıların birden fazla türünün birarada olduğu ve herhangi birinin baskın
olmadığı karışık (“mixed”) tip de eklenmiştir (6). Sanrılı bozukluk tanısının
konması için, belirtilerin en az 1 aydır devam ediyor olması ölçütü de
karşılanması gerekir. İleri yaşta oraya çıktığı zaman, tipik olarak temel
kişilik özellikleri bozulmamıştır ve hastanın düşünce içeriğinde yer alan
sanrılar dışında diğer işlevleri korunmuştur. Hastanın zeka ya da bilişsel
işlevlerinde bozukluk yoktur, ancak sosyal işlevleri etkilenmiştir. Ayırıcı
tanıda şizofreni, psikotik bir duygudurum bozukluğu, demans, organik bir nedene
ya da madde etkisine bağlı psikoz ya da deliryum düşünülmelidir. Kötülük görme sanrıları ile giden tipi
genellikle kronik gidişlidir, ancak diğer tip sanrılar kısmi düzelme ve alevlenmelerle
gider. Yaygınlığı % 0.03’tür ve kadınlarda erkeklerden daha yüksektir (6). Gençlerde
görülebilse de bozukluk tipik olarak orta, ileri yaşlarda başlar. Ortalama
başlangıç yaşı kadınlarda 60-69, erkeklerde 40-49 civarıdır (4). Aile öyküsünde
şizofreni ya da çekingen, paranoid ve şizoid kişilik bozukluğu olması, risk
faktörleri arasındadır. Bazı çalışmalarda işitme kaybı ve paranoya arasında
ilişki olduğu bulunmuş olsa da bu konudaki veriler karışıktır (4). Beyin
görüntüleme çalışmalarında sanrılı bozukluğa özgü bir bulgu saptanmamıştır.
Nöropsikolojik değerlendirme çalışmalarında orta ve ileri yaş hastalarda
şizofreni ve sanrılı bozukluk arasında fark bulunmamıştır, ancak sanrılı
bozuklukta daha yaşlı grupta daha şiddetli psikopatoloji olduğu bildirilmiştir
(24). Sanrılı bozuklukta düşük sosyoekonomik düzey ve göçün önemli risk
faktörlerinden olduğu öne sürülmüştür (2).
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI
Duygudurum bozuklukları yaşlı bireylerde olumsuz
tıbbi, sosyal ve ekonomik sonuçları olan önemli bir klinik ve halk sağlığı
sorunudur. Son yirmi yılda ileri yaş depresyonunun tanı ve tedavisi ve olası
risk faktörlerinin netleştirilmesinde önemli adımlar atılmıştır. Ancak
geriatrik mani ve BP alanındaki çalışmalar daha az sayıdadır ve depresyonla
ilgili çalışmalardan daha geç başlamıştır. Depresyon, ilgili bölümde ele
alınmış olduğu için burada duygudurum
bozuklukları alt başlığında sadece psikotik depresyon ve BP gözden
geçirilmiştir.
Psikotik
Depresyon
Geç başlangıçlı psikotik depresyonun, EB ya da
psikotik öğelerin bulunmadığı depresyondan farklı ve yaygınlık, tanı ve tedavi
bakımından özellik taşıyan yanları vardır. Epidemiyolojik çalışmalarda yatarak
tedavi gören yaşlı depresyon hastalarının % 20-45’inin (61), toplum
örnekleminde ise % 3.6’sının (62) psikotik belirtileri olduğu saptanmıştır. Meyers ve arkadaşları (63) endojen major
depresyonu olan yatan hastalarda sanrıların yaygınlığını araştırmış ve altmış
yaş ve üzerinde hastalık başlangıcı olan depresyon hastalarında, sanrıların EB
hastalara göre daha yüksek oranda görüldüğünü bildirmişlerdir.
GB depresyonda da BP’ta olduğu gibi prognozun EB
hastalardan farklılıklarını araştıran yeni çalışmalar vardır. Kötülük görme ile
ya da iyileşmeyecek bir hastalığı olma ile ilgili hipokondriyak sanrılar, çökkün
duygudurumla uyumlu olarak kabul edilen suçluluk sanrılarından daha sık
görülür. Nihilistik sanrılar da ileri yaşlardaki depresyonlarda daha sık
görülür. Psikotik depresyonu olan yaşlı hastalarda gastrointestinal sistemle
aşırı uğraş, yine iyi bilinen belirtilerdendir. Öte yandan varsanılar nadirdir.
Alexopoulos ve arkadaşları (64) GB depresyon
hastalarının önemli bir kısmının nörolojik beyin bozuklukları olmasından yola
çıkarak “vasküler depresyon” hipotezini öne sürmüşlerdir. Bu hipoteze göre
subklinik, yani nörolojik defisite yol açmayan vasküler bozukluklar, GB
depresyonların önemli bir kısmının ortaya çıkışında ve gidişinde önemli bir rol
oynar (65). Magnetik resonans görüntüleme (MRG) çalışmalarında, T2 ağırlıklı
kesitlerde hiperintens sinyal bölgeleri, yaşlı depresyon hastalarında sık
rastlanan bir bulgudur. Özellikle de ilk nöbetleri 50 yaş üzerinde olan
hastalarda derin beyaz cevher hiperintensiteleri, EB hastalardan daha çok
görülmektedir. Hiperintens sinyal veren bu gliotik lezyonların varlığı,
vasküler depresyon için de öne sürülen bir tanı ölçütüdür. O’Brien ve arkadaşları
(66) sanrılı depresyonu olan hastalarda, psikotik olmayan hastalara göre daha
fazla vasküler risk faktörü ve derin beyaz cevher hiperintensiteleri olduğunu
bildirmişlerdir. Öte yandan Thakur ve ark (67) hem genç hem ileri yaş depresyon
hastalarından oluşan bir örneklemde psikotik ve psikotik olmayan hastalar arasında
vasküler risk faktörleri bakımından fark olmadığını bildirmişlerdir. Ancak bu
çalışma, sadece yatan hastaların değerlendirildiği, toplum tabanlı olmayan bir
örneklemde yapılmıştır. Beyaz cevher hiperintensitelerinin tedaviye kötü
yanıtla ilişkili olduğu da gösterilmiştir (68).
GB psikotik depresyon söz konusu olduğunda bunun
unipolar depresyondan daha çok BP ile ilişkili olduğu da bilinmektedir (Thakur
ve ark 1999 , 67).
GB depresyonlarda sanrı ve bilişsel bozuklukların
daha fazla görüldüğü ve tedaviye alınan yanıtlar bakımından daha kötü gidiş
özellikleri olduğu bildirilmektedir. Psikotik depresyonun psikotik olmayandan
ayırdedilmesi tedavide antidepresan ilaçlara ek olarak AP ya da
elektrokonvulsif tedavi (EKT) kullanılması gerektiği için büyük önem taşır.
Geriatrik Bipolar Bozukluk
Yaşlı bireylerde BP ile ilgili
bilgilerin şu an için oldukça kısıtlı olduğu, bu alanda çalışan pek çok
araştırmacı tarafından belirtilmektedir (69, 70). Genel olarak yaygınlık,
etiyoloji, klinik özelliklerle ilgili büyük örneklemli çok merkezli çalışmalar
yapılmamıştır. Benzer şekilde BP’un geriatrik yaş grubundaki tedavisi ile
ilgili kontrollü çalışma bulunmamaktadır (71).
Ancak yine de şu ana kadar biriken veriler de oldukça fazladır.
Yaygınlık:
Epidemiyolojik Alan (ECA) çalışmasında
toplum örnekleminde BP için genç
erişkinlerde bildirilen yaygınlık 1.4 iken, altmış beş yaş üzerinde, bir yıllık
yaygınlık oranının % 0.1 olduğu bulunmuştur (72). Burada bildirilen % 0.1’lik
yaygınlık oranı bu yaş grubunda, depresyon ve şizofreni yaygınlığından
sırasıyla 14 ve 3 kat daha düşüktür. Aslında yaş arttıkça yaygınlıkta,
depresyon ve şizofreniye benzer oranda azalma olmaktadır. Cassano ve
arkadaşları (69) yaşlılarda görülen
duygudurum bozukluklarının %5-19’unu BP’un oluşturduğunu bildirmiştir. Geriatrik
psikiyatri başvurularında, yatan hastaların ortalama % 8.7’sini, ayaktan
hastaların ise %6.1’ni BP’u olan bireyler oluşturmaktadır (71). 1990’da yapılan
ECA çalışmasında ABD’de kronik kurum hastalarının %9.7’sinde BP tanısı konmuştur
(73). BP, genç erişkin yaşta kadın ve erkeklerde eşit oranda görülürken ileri
yaş grubunda kadın/erkek oranı yaklaşık ikidir (71). Sonuç olarak toplum
örneklemlerinde yapılan çalışmaların sonuçlarına göre BP yaygınlığının, yaşla
azaldığı söylenebilir. Yaşlı nüfusta, gençlerdeki sıklığın üçte biri oranında
görülmektedir. Ancak psikiyatrik tedavi kurumlarına kabul edilen yaşlı BP hasta
oranlarına bakıldığında, genç BP’ların tüm psikiyatrik hastalara oranlarına
benzer (%8-%10) olduğu görülmektedir. Ayrıca tüm BP hastaları arasında yaşlı
bireylerin oranı da artmaktadır. Almeida ve Fenner (74), 1980’de tüm BP
hastaların %2’sini 65 yaş üzeri grup oluşturmaktayken,
1998’de ise bu oranın %10’a yükseldiğini bildirmişlerdir.
Geriatrik BP, ilk kez ileri yaşlarda ortaya
çıkan yeni başlangıçlı bir hastalık olabileceği gibi (75) daha sık olarak gençlikte
ortaya çıkmış olan BP’ta alevlenmeler şeklinde görülür (76). BP’un tipik olarak
erken yaşlarda başladığı, geç başlangıcın nadir olduğuna ilişkin yaygın görüşe
rağmen, çalışmalar bir grup hastada başlangıç yaşının oldukça geç olduğunu
göstermektedir (77). Yassa ve ark. 60 yaş üzerinde ilk kez BP tanısı alma
oranını %4,7 olarak bildirmiştir (78). Büyük örneklemli (N=65556) yeni bir
klinik çalışmada da BP tanısı konan hastalardan 60 yaş üzerindekilerin
%6.1’inin yeni başlangıçlı olgular olduğu saptanmıştır (79). Yeni bir çalışmada
bir geropsikiyatri ünitesinde BP tanısı konan hastaların %29.2’sinde hastalığın
ilk kez ileri yaşta (50 yaş üstü) başladığı, geç başlangıcın kadınlarda
erkeklerden 3 kat fazla görüldüğü ve EB grubla komorbid olarak bulunan tıbbi
durumlar bakımından benzerlik gösterdikleri saptanmıştır (80).
İlk kez Roth (81), GB hastalıkla EB
hastalığın ayırımının önemine dikkat çekmiştir. Roth yaklaşık kırk yıl öncesinde,
altmış yaşından sonra ve öncesinde başlayan afektif psikozun özelliklerini
karşılaştırarak, hastalığın farklı yaşlarda başlamasına neden olan etyolojik faktörlerle
ilgili bilgi edinilebileceğini öne sürmekteydi. Her iki grup BP hastaların karşılaştırıldığı
çalışmalar, yıllar içinde EB ve GB hastalığın birbirinden farklı prognozları
olan, iki ayrı hastalık olabileceğine ilişkin görüşlerin ortaya çıkmasına yol
açmıştır (82).
Depp ve Jeste (71) EB ve GB BP
hastaların özelliklerinin karşılaştırıldığı tüm çalışmaları gözden
geçirmişlerdir. Herşeyden önce bu çalışmalarda EB ve GB ayırımı için kullanılan
kesme noktasının çok değişken (30 ile 65 yaş) olduğu dikkati çekmektedir. Daha
önceki çalışmaların sonuçları GB hastalıkta ailede BP öyküsünün EB gruba göre
daha düşük oranda olduğu ve GB hastalıkta tıbbi ve nörolojik komorbiditenin
daha fazla görüldüğü yönündeydi (83). Oysa Depp ve Jeste (71) bugüne kadar
yapılan dokuz çalışmanın sadece dördünde GB olgularda BP açısından ailesel
riskin düşük olduğunu saptamıştır. Hatta üç çalışmada GB grupta daha fazla
ailesel yük olduğu yönünde sonuçlar elde edilmiştir. İlgili çalışmalarda eşlik eden nörolojik hastalıklar bakımından daha
tutarlı sonuçlar elde edilmiştir. Çalışmaların büyük çoğunluğunda GB grupta
EB’lılara göre daha fazla nörolojik hastalık saptanmıştır. Bu gözden geçirmede
cinsiyet oranları bakımından her iki grupta fark saptanmamaktadır. Yaşlı
hastalarda karma (hem depresyon hem mani belirtlerinin
birarada olduğu nöbetler/“mixed”)
nöbetlerin daha sık olduğuna ilişkin klinik gözlemler bulunmakta iken, bu gözden geçirmede EB grupta daha sık olduğu
bildirilmiştir. Bu alanda yapılan tek klinik çalışmada, yaşlı grupta %45
genç grupta %48 oranında karma nöbet görüldüğü bildirilmiştir (84). Bir çalışmada
GB grupta psikotik belirtilerin daha
sık, bir diğerinde ise daha az görüldüğü saptanmıştır. Tedaviye yanıt bir
çalışmada karşılaştırılmış ve her iki grup arasında fark bulunamamıştır. Özetle
nörolojik hastalıkların GB hastalarda BP’a daha fazla eşlik etmesi dışında,
diğer özellikler bakımından GB hastalığın EB olandan farkı ile ilgili sonuçlar
ya tutarsızdır ya da çok az çalışmada değerlendirilmiş olduğu için kesinlik
kazanmamıştır denebilir.
Vasküler beyin değişikliklerinin depresyonda öne
sürüldüğü gibi, GB maninin ortaya çıkmasında da etkisi olabileceği düşünülmektedir
(68). Öncesinde “vasküler depresyon”u (64)
olan hastaların ileri yaşta klinik mani tablosu sergilemeleri ya da ilk kez geç
yaşlarda manik nöbet ortaya çıkması söz konusu olabilir. İlgili literatürde
vasküler depresyona benzer şekilde “vasküler mani” hipotezi de yer almaktadır.
Bu hipotez serebrovasküler risk faktörleri olan yaşlı hastalarda ortaya çıkan
mani, bilişsel ve işlevsel bozulmanın etiyolojisinde beyinde serebrovasküler
tutulumun rolü olabileceğini öne sürmektedir. Bu hastaların uzun dönem
izlenerek ilk başlangıçta düşünülen tanıdan başka bir hastalık geliştirip
geliştirmedikleri, prognozlarının homojen olup olmadığı ve genel olarak
gidişlerinin nasıl olduğunun araştırılması gerektiği önerilmektedir. Aile
çalışmaları da yapılarak yakın akrabaların hem vasküler mani, hem de ayrı ayrı afektif
bir bozukluk ya da vasküler hastalık bakımından incelenmesi de gerekli
görülmektedir (68).
Tanı/Klinik
Belirtiler:
Bipolar bozukluk tip I tanısı için hastanın en
azından bir manik dönem yaşamış olması gereklidir. Bir manik nöbet için tüm
ölçütleri karşılamayan, en az bir hipomani nöbeti ve tekrarlayan major
depresyon nöbetleri söz konusu olduğunda da BP tip II tanısı konur. Manik nöbet
tanısı için en az 1 hafta süre ile sürekli kabarmış ya da taşkın duygudurum ya
da iritabilite ile birlikte hareketlilikte artış, basınçlı konuşma, dikkatte
dağınıklık (distraktibilite), uyku gereksiniminde azalma, fazla para harcama,
büyüklük düşünceleri (grandiyozite) gibi klasik mani belirtilerinden en az
üçünün bulunması gerekir (6).
GB hastalıkta, manik nöbette tipik kabarmış
duygudurum sık görülmez, genç hastalardaki tipik manik belirtiler azdır ya da
düşük şiddettedir. Yaşlı ve genç hastaların kliniğini doğrudan karşılaştıran az
sayıda çalışmada, geriatrik BP’da maninin daha düşük şiddette olduğu (84) ve semptomsuz
geçen sürenin daha fazla olduğu bildirilmiştir (85). Ayrıca yaşla manik dönemdeki
enerji-hareketlilik düzeyi arasında negatif ilişki bulunmuştur (86). Geriatrik
BP’da disforik duygudurum ya da anksiyete, psödodemans ya da demansı taklit
eden özellikler, bilişsel bozukluk belirtileri ve kronikleşmeye meyil görülür (69).
Klinik gözlemler yaşlı BP hastalarda manik nöbete eşlik eden paranoid
sanrıların daha sık olduğu yönündedir. Sanrı ve varsanı gibi psikotik
belirtilerin sıklığını bildiren çalışmaların sonuçlarına bakıldığında ortalama
%64 (farklı çalışmalarda %20-85) oranında olduğu görülmektedir. Oysa bu oran BP’ta karışık yaş gruplarında
bildirilen psikotik belirti oranlarına
(%63) benzerdir (87). Sonuç olarak bu alandaki çalışmalardan elde edilen
veriler, paranoid belirtilerin, yaşlı BP hastalarda daha fazla olduğuna ilişkin
klinik gözlemlere tezat oluşturmaktadır (71).
Ayırıcı Tanı:
Geriatrik BP tanısı düşünülen bazı
hastalarda organik bir patoloji ve buna bağlı ikincil mani söz konusu olabilir.
Demanslı bir hastada konuşmada artış ve büyüklük (grandiöz) sanrılar olması durumunda ikincil mani
düşünülebilir (88). Geriatrik BP hastalarının ne kadarının gerçek BP
spektrumunda ne kadarının organik bir patolojiye ikincil mani yaşadığı ile
ilgili halen netlik yoktur (69). Öte yandan geriatrik BP’ın nörobiyolojik alt
yapısının, EB BP’dan farklı olabileceği de öne sürülmektedir (89). Mortalitenin
çok yüksek olduğu bilinen geriatrik BP hastalarından, 75 yaş üstüne kadar
yaşayanlarda çok şiddetli depresyon nöbetleri ve serebrovasküler olay ya da
ilaçlar gibi nedenlere bağlı gelişen ikincil manilerin görülmesi de olasıdır (69).
Gidiş:
Zaman içinde
BP şiddetinin giderek azaldığına ya da tam tersi hastalığın ilerleyici olarak
kötüleştiğine ilişkin görüş ve gözlemler olmakla birlikte olasılıkla her ikisi
de tam olarak doğru değildir. Bazı eski çalışmalarda hastalığı erken
başlangıçlı yaşlı BP hastalar genç BP hastalarla karşılaştırılmış ve
psikopatoloji şiddetinin düzeyi gençlere göre daha az bulunmuştur (84). Büyük
örneklemli yeni bir çalışmada da, yaşlı BP hastalar, genç ve orta yaş grupla
karşılaştırıldığında; prognozu kötüleştirebilecek olan madde kötüye kullanımı
komorbiditesinin düşük, hastaneye yatış, ayaktan tedavi için ya da acil servise
başvuru şeklindeki akut psikiyatrik tedavi hizmeti kullanımının daha az ve psikopatoloji
şiddetinin daha düşük olduğuna ilişkin sonuçlar elde edilmiştir (90). Ancak bunun
yanısıra, yaşlı grupta genel işlevsellik düzeyinin daha düşük ve eşlik eden
bilişsel bir bozukluk tanısının daha fazla olduğu da saptanmıştır. Prognozun
yaşlı grupta daha kötü olabileceğini de düşündüren bu bulgu başka çalışmalarla
da desteklenmiştir. EB hastaların 40 yıl boyunca yaklaşık 68 yaşına kadar
izlendiği bir çalışmada (91) hastaların bir kısmında yinelemeler ve kalıntı (rezidüel)
belirtiler, bir kısmında düzelme, bir kısmında da kronik bir seyir olduğu
saptanmıştır. Bu farklı seyir özelliklerinin benzer oranlarda görüldüğü
belirtilmiştir. BP’un yaşam boyu süren bir hastalık olduğu ve unipolar
depresyondan daha fazla oranda süreklilik gösterdiği düşünülmektedir (71).
Semptomatik düzelme gösteren hastalarda bile, bilişsel ve genel işlevsellik
düzeyinde hastalık öncesi duruma göre azalma olduğunu kaydeden çalışmalar
vardır. Yaşlı hastalarda saptanan bilişsel işlev bozukluğunun yaşam boyu
tekrarlayan BP nöbetleri ile ilgili olabileceği ve bazı hastalarda kalıcı ya da
ilerleyici olabileceği öne sürülmektedir (70). BP’u olan hastalarda bazı
çalışmalarda beklenenden daha yüksek oranda demans geliştiğine ilişkin kanıtlar
da vardır (92). Hatta yürütücü işlevlerdeki bilişsel bozuklukların BP
hastalığın patofizyolojisi ile de ilgili olabileceği ve yaşlı BP hastalarla bu
alanda yapılacak çalışmaların genel olarak BP’un etiyolojisine yönelik
bulgulara katkı sağlayabileceği düşünülmektedir (70). Kalıcı bilişsel
bozuklukla ilgili kanıtlar olsa da şu an için yaşlı hastalarda hastalık
nöbetlerinin daha sık tekrarladığı ve daha uzun sürdüğüne ilişkin veri yoktur.
Nitekim genel olarak geriatrik BP’un hem
tanı ve gidiş özellikleri, hem de tedavisindeki bilgi eksikliğini gidermek için
çok merkezli çalışmalara ihtiyaç olduğu yaygın kabul görmektedir (71).
II) YAŞLILIKTA PSİKOTİK DURUMLARIN TEDAVİSİ
Çağdaş anlamda psikofarmakoloji 20.
yüzyılın ikinci yarısında başladı. Avustralya’da 1949’da taşkın hastalarda
lityumun, daha sonra 1950’de Fransa’da şizofrenide klorpromazinin denenmesi
ile, psikiyatride çığır açan sonuçlar elde edildi. Klorpromazin ve benzeri eski
klasik antipsikotik ilaçlar (nöroleptikler), sanrı ve varsanı gibi pozitif
belirtilerin tedavisinde oldukça başarılı olmakla birlikte, özellikle
ekstrapiramidal sistem (EPS) belirtileri, ortostatik hipotansiyon, sedasyon,
prolaktin kan düzeylerini yükseltmeleri gibi yan etkiler yaparlar. Daha ötesi
şizofreni hastalarının işlevselliklerini önemli oranda etkileyen ve yeti
yitimine yol açan negatif belirtileri tedavi etmekte başarılı değillerdir.
Klozapin, risperidon, olanzapin ve ketiyapin gibi atipik AP’ler, psikotik
belirtileri ve bozukları olan yaşlı hastalarda ilk tercih olması gereken
ilaçlardır. İleri yaş grubundaki hastalar genel olarak EPS yan etkilerine,
toksisiteye ya da sedasyona daha duyarlı oldukları için, atipik AP kullanılırken
bile ilacın düşük dozda başlanıp yavaş artırılması önerilmektedir (4). Atipik
AP’le de henüz geriatrik grupta yapılmış kontrollü çalışmalar bulunmamaktadır.
Ancak bu ilaçlar daha az EPS yan etkisine yol açmaları ve negatif belirtilere
eski ilaçlardan daha fazla etki edebildikleri için öncelikle tercih edilmektedir.
Ayrıca şizofrenide bilişsel bozukluklara da olumlu etki edebildikleri öne sürülmektedir.
Şizofreni ve Sanrısal Bozukluğun Tedavisi:
GB şizofreni hastalarında belirtiler,
EB şizofrenisi olan yaşlı hastalara göre daha az dozda (%50) ilaçla
düzelebilmektedir. Genç şizofrenik hastaların kullandıkları dozun ise %25-33’ü
bu hastalar için yeterli olabilmektedir.
GB şizofrenide AP
ilaçların etkinliğini değerlendirmeye yönelik büyük bir gözden geçirmede bu
grupta tedaviye rehberlik oluşturabilecek kanıta dayalı bilgi olmadığı ve iyi
desenli kontrollü çalışmaların gerekli olduğu saptanmıştır. Böyle çalışmalar
yapılıp sonuçlar elde edilene kadar da klinisyenlerin GB şizofreni hastalarını
sadece kendi klinik yargılamaları ve alışkanlıkları yürütmelerinin kaçınılmaz
olduğunun altı çizilmiştir (Arunpongpaisal S ve ark 2003).
Nüks riski bulunduğu için, yaşlı
şizofrenik hastalarda genç hastalarda olduğu gibi uzun dönem idame tedavisinin
yapılması gerekmekte ve idame tedavisinde de atipik ilaçlar için bile genç
hastalardan daha düşük dozlar kullanılması önerilmektedir (4).
EB şizofrenisi olan kadın hastalarla
yapılan çalışmalarda ise postmenapozal dönemde bu hastaların daha fazla dozda
ilaca ihtiyaç duydukları şeklinde veriler vardır. Ayrıca bir çalışmada EB
postmenopozal yaşlı şizofrenik hastalardan AP tedavisine ek olarak östrojen
yerine koyma tedavisi alanlar (ortalama yaş: 60 ±10.4) ve sadece AP tedavisi
alanlar (ortalama yaş: 56.2 ± 6.6) karşılaştırılmış ve östrojen almış olan
hastalarda daha az AP ilaç dozunun kullanıldığı ve negatif belirtilerde daha
fazla düzelme olduğu saptanmıştır (Lindamer ve ark 2001). Östrojenin psikoz
tedavisindeki olumlu etkisi ile ilgili öne sürülen görüşler, bazı yeni
görüntüleme çalışmalarının sonuçları ile de desteklenmektedir. Nitekim bir
SPECT çalışmasında postmenopozal kadınlarda östrojen yerine koyma tedavisinin
etkisi ile putamende dopamin taşıyıcısı (“dopamin transporter”) nda artış
olduğu saptanmış ve GB şizofrenideki olumlu etkisinin buna bağlı olabileceği
öne sürülmüştür (Gardiner ve ark 2004).
Geç diskinezi genellikle AP ilaçları
uzun süre kulanımı ile ortaya çıkan ağız, yüz, ekstremiteler ve gövdeyi
tutabilen istemsiz, anormal ve tipik
olarak koreoatetoid özellik gösteren hareketlerdir. Geç diskinezi tanısı için
hastanın en az 3 ay AP kullanmış olması gerekmektedir. Ancak yaşlı hastalarda
tanı için sadece 1 ay yeterlidir. Tüm yaş grupları için yaygınlığı büyük
örneklemli bir çalışmada % 24.2 olarak bulunmuştur. Orta ve ileri yaşta
orofasyal yerleşimli geç diskinezi ekstremite ve gövdeyi tutan hareketlerden
iki kat daha fazla oranda görülmektedir. Genel olarak yaşlı hastalarda AP
ilaçların bu ciddi yan etkisi daha çok görülmektedir (4). Risk yaşla ve AP
kullanım süresinin uzaması ile birlikte yükselmektedir (4). Ortalama yaşın 65
olduğu 439 hastayı dahil eden bir izlem çalışmasında AP tedavisinin ilk 12
ayında %28.8 24. ayında %50.1 ve 36. ayında da %63.1 olarak bulunmuştur. Daha
ileri yaştaki hastalarda şiddetli geç diskinezi riskinin daha da arttığı
bildirilmiştir. Özellikle haloperidol gibi yüksek potanslı nöroleptik ilaçlarla
riskin gençlerde olduğu gibi yaşlılarda da daha da yüksek olduğu bildirilmiştir. Genel olarak atipik AP’in, nöroleptiklerden
daha az geç diskineziye yol açtığına ilişkin kanıtlar birikmektedir. Ancak
atipik AP’le uzun dönem ileriye dönük izlem çalışması bulunmamaktadır.
Nöroleptik ilaçların yaptığı EPS yan
etkileri açısından EB ve GB hastaları karşılaştıran yeni bir çalışmada, GB grubun
nöroleptik aldığı süre daha kısa olmasına rağmen, geç diskinezi yaygınlık ve
şiddeti EB gruba eşit olarak bulunmuş ve ilaçların GB grupta daha kolayca geç
diskinezi’ye yol açtığı öne sürülmüştür (Srinivasan ve ark 2001). Bu çalışmada
GB grupta yaşa bağlı artmış hassasiyet ya da şizofreninin GB formu ile
ilişkili, altta yatan nörolojik bir bozukluk nedeniyle ilaçların daha kolay geç
diskinezi ortaya çıkartabildikleri öne sürülmüştür. Bu çalışmada aynı şekilde
ilaç tedavisi ile gelişen parkinsonizmin de GB hastalarda daha şiddetli olduğu
saptanmıştır.
Geç diskinezi riski bakımından en
selim ilaç olmakla birlikte, klozapinin kullanımı, bazı özel durumlar dışında
yaşlı hastalarda çok uygun görülmemektedir. Nitekim nötropeni/ agranülositoz
riski ya da ortostatik hipotansiyon, sedasyon ve antikolinerjik yan etkileri,
kullanımını güçleştirmektedir. Risperidon da yüksek dozlarda EPS yan etkisi
riski taşımaktadır. Ayrıca yine ortostatik hipotansiyon, sedasyon, kilo alımı,
ya da hiperglisemi ve Tip II DM gibi yan etkileri olabilmektedir (4). Bir diğer
atipik ilaç olan ketiyapin ise, açık dört haftalık bir çalışmada, şizofreni,
sanrılı bozukluk, psikotik duygudurum bozuklukları gibi fonsiyonel psikotik
durumlar ve organik psikozu olan yaşlı hastaların dahil edildiği bir örneklemde,
etkili ve güvenilir bulunmuştur. Kullanılan optimum ilaç dozunun tanıya bağlı
değiştiği (aralık 50-800mg) ve en sık görülen yan etkilerin uykululuk ve baş
dönmesi olduğu bildirilmiştir (Yang ve ark 2005).
Atipik AP’lerin demansı olan yaşlılarda
davranışsal belirtilerin özellikle ajitasyonun kontrolünde kullanımı ile ilgili
olarak FDA’un Nisan 2005’te önemli bir uyarısı olmuştur. Uyarıda bu ilaçların
şizofreni için FDA onaylarının bulunduğu, ancak demansın davranışsal
belirtileri için onaylarının olmadığı bildirilmiştir. Yaşlı demans hastalarında
yapılan 17 plasebo kontrollü çalışmadan 15’inde özellikle kardiyak sorunlar
yüzünden olan ani ölümler olmak üzere mortalitenin arttığına dikkat çekilmiştir.
İlaç kutularına bu riski ve demansın davranışsal belirtilerinin onaylanan bir
indikasyon olmadığını belirten bir uyarı etiketinin eklenmesinin firmalardan istenmesine
karar verilmiştir. Bu uyarıya yanıt olarak, 65 yaş üzerindeki 22890 kişilik bir
örneklemde yapılan yeni bir çalışmada, atipik ilaçlarla nöroleptikler diğer
değişkenler kontrol edilerek mortalite riski açısından karşılaştırılmıştır. Bu çalışmada nöroleptik ilaçların atipik ilaçlardan daha yüksek
mortalite riski taşıdığı saptanmış ve riskin özellikle nöroleptik ilaçların
başlanmasından hemen sonrasında (40 gün içinde) ve daha yüksek dozlarda en
fazla olduğu bildirilmiştir. Bu nedenle bu çalışmada, FDA uyarısına yanıt olarak atipik ilaçların
kesilip yerine nöroleptik ilaçların başlanmaması önerilmiş, nöroleptik
ilaçların demans olsun olmasın, yaşlı popülasyonda atipik AP’e benzer oranlarda
mortaliteyi artırdığı bildirilmiştir (Wang ve ark 2005).
Sanrısal bozukluğu olan hastalarda da
AP’in etkili olabileceği bildirilmekle birlikte bazı hastalarda da hiç yanıt
alınamamaktadır. Bu hastalarda önemli bir sorun da sanrı sistemleri yüzünden
tedaviye uyum göstermemeleridir.
Şizofrenide farmakolojik tedaviye ek
olarak psikososyal tedavinin kullanılması yararlı görülmektedir. Herşeyden önce
tedavi eden doktorun destekleyici yaklaşımı, hastanın terapötik işbirliğini,
ilaç tedavisine uyumunu da artırabilir. Böyle bir yaklaşım, belirtilerin
tedaviyle değişimini izlemeyi de kolaylaştırır ve yatarak tedavi gereksinimini
azaltabilir. Geriatrik hasta grubunda aile üyeleri, komşu ve bakım verebilecek
diğer kişilerin yardımlarının alınması da, Alzheimer hastalığı ya da diğer
demanslarda olduğu gibi çok önemlidir. Bu alanda literatür olmamakla birlikte
sosyal beceri eğitimi ve bilişsel davranışçı tedavi yöntemleri de işe yaradığı
bilinmektedir (4).
Geriatrik Duygudurum Bozukluklarında Tedavi
Psikotik Unipolar Depresyon:
Yaşlı hastalarda psikotik depresyon,
EKT’nin önemli bir indikasyonudur. Eğer akut tedavi için AD kullanılacaksa,
tedaviye AP eklenmelidir. Akut nöbet tam olarak tedavi edildiğinde, psikotik
belirtilerin düzelmesinden (EKT ya da AP ile) 2-6 ay sonrasında AP ilaç
azaltılıp kesilmeli ve AD tek tedavi olarak idame ettirilmelidir (108).
Bipolar Bozukluk:
İlaç tedavisi psikotik geriatrik BP’ta tedavinin ana bileşenidir. Yaşla ilgili farmokokinetik değişiklikler, ilaç etkileşimleri, komorbid bedensel hastalıklar gibi faktörler geriatrik BP’ta tedaviyi güçleştirebilmektedir. Tedavi ile ilgili randomize kontrollü çalışmalar bulunmama