Psikiyatrik Hastalıklar/intihar


Özer S.

temel geriatri, yeşim gökçe kutsal,dilek aslan, Editör, Öncü Kitap Kaset, Ankara, ss.1247-1258, 2007

  • Yayın Türü: Kitapta Bölüm / Ders Kitabı
  • Basım Tarihi: 2007
  • Yayınevi: Öncü Kitap Kaset
  • Basıldığı Şehir: Ankara
  • Sayfa Sayıları: ss.1247-1258
  • Editörler: yeşim gökçe kutsal,dilek aslan, Editör
  • Hacettepe Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

TEMEL GERİATRİ KİTABI

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM (SIK KARŞILAŞILAN SORUNLAR)

 

ÖZKIYIMLAR

Doç. Dr. Suzan Özer

HÜTF Psikiyatri AD


ÖZKIYIMLAR

 

Özkıyımın özel bir tanımını yapmak güçtür. Bu alanda çalışan ünlü sosyolog Emile Durkheime’e göre “Ölüme götüreceğini bilerek, olayın kurbanı tarafından girişilen olumsuz eylemin doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak meydana getirdirdiği her ölüme özkıyım denir”. Edwin Shneidman’a göre ise “Özkıyım dayanılmaz acıları, ağır sorunları olan şaşırmış, bozulmuş ve gücü azalmış benliğin çözüm arayıcı bir eylemidir”. Durkheim bu alanda o zamana kadar öne sürülen tüm etkenleri incelemiş, özkıyımın ancak toplumbilimsel etkenlerle açıklanabileceğini ileri sürmüştü. Oysa sonrasında yapılan araştırmalar, özkıyımın toplumbilimsel ya da ruhbilimsel tek bir etkene indirgenerek açıklanamayacağını göstermiştir. Özkıyım davranışı biyolojik, psikolojik ve sosyolojik kökenleri olan karmaşık bir insan davranışıdır. Genetik faktörler, depresyona ve özkıyıma yatkınlığı artırmaktadır.

Bu durum ya da fenotip, genel olarak karşımıza özkıyım düşüncesi, özkıyım girişimi ve tamamlanmış özkıyım olarak çıkabilir ve zorlanma yaratan (stresli) yaşam koşullarına karşı tepki veren normal kişilerden ağır ruhsal rahatsızlıkları olan hastalara kadar geniş bir yelpazede görülebilir. Özkıyım gibi  çok boyutlu bir davranışın risk faktörlerinin belirlenmesi güçtür.  Ancak bu konuda yapılmış birçok çalışma bulunmaktadır. 

İleri yaşta bir bireyin kendini öldürmesinin gerekçesi, “suisiodoloji” araştırmalarının önemli bir odağı olmuştur. Sosyoloji, felsefe, psikoloji ve psikiyatriden, biyoloji ve genetiğe uzanan bir çok alanda özkıyım fenomeni, özkıyım davranışını anlamak, yordamak ve önlemek amacı ile incelenmiştir. Yıllar boyu sürdürülen çalışmalar, sosyal ve kültürel değişkenlerin, özkıyım davranışı ile ilgili biyolojik ve psikolojik yatkınlığı kuvvetlendirdiğini göstermektedir (1). Yaşlı özkıyımları denildiği zaman, genellikle 65 yaş sonrası özkıyımlar anlaşılmaktadır.

Son birkaç dekatta özellikle Asya ve Latin ülkelerinde olmak üzere yaşlı özkıyım oranlarında artış gerçekleşmiştir. Macaristan, Litvanya ve Letonya gibi, geleneksel olarak eskiden beri özkıyım oranları çok yüksek olan ülkelerde, gençlerde özkıyım oranları azalırken, yaşlılarda belirgin olarak artmıştır. Tam tersi Anglo-Sakson uluslarında ise genç yaş özkıyımlarının oranı artmış ve yaşlı özkıyımlarını geçmiştir. Bu durum özkıyım davranışını oluşturan alt yapının bireyin etrafındaki sosyokültürel çevre ile çok kuvvetli ilişkisi olduğunu düşündürmektedir. Nitekim Emile Durkheim, yaklaşık yüzyıl önce, bireyin bir parçası olduğu sosyal grupla bütünleşme derecesinin, özkıyımla negatif yönde ilişkilendirilebileceğini söyleyerek aynı hipotezi öne sürmüştür (akt. 1). Ancak elbette sadece sosyolojik yorumlama üzerinden formüle edilecek bir modelde, yaşlı bireylerde özkıyım sonucuna yol açan birbiri ile ilişkili faktörlerin tümü  hesaba katılmamış olacaktır. Yaşlı bireylerde özkıyım davranışı, ampirik kanıtların işaret ettiği pek çok risk faktörünün ve ileri yaşa has özelliklerin ışığında değerlendirilmelidir.

Ortalama yaşam süresinin giderek uzaması ile nüfusun en hızlı büyüdüğü yaşlı kesimde,  özkıyımların da giderek artması beklendiği için bireylerin kendi yaşamlarına son verme arayışlarına yol açan nedenleri belirlemek, son derece önemlidir.

Yaşlı grupta özkıyım oranları yüksek gibi görünse de, aslında özkıyım davranışının (girişim ya da tamamlanmış) sıklığı, gerçekte olduğundan daha az bildirilmektedir. Pek çok özkıyım doğal nedenler sonucu ölüm olarak kaydedilmektedir. Ayrıca yaşlı bireylerde yeme-içmeyi, ilaçları ve tedavileri reddetme, fazla miktarda alkol ve psikotrop ilaçlar kullanma ya da uzun süreli sosyal geri çekilme gibi “pasif” özkıyım davranışları çok iyi farkedilememekte ve özkıyım davranışını değerlendirirken göz önüne alınmamaktadır. Oysa bu tür davranışların açık olarak bildirilen özkıyım düşünceleri ve yaşamın erken sonlanması ile ilişkili olabildiği bilinmektedir. Dolayısı ile yaşlı nüfusta özkıyım davranışının gerçek yaygınlığı doğru tanımlanamamaktadır ve bu nedenle istatistiklerin dikkatle yorumlanması gerekmektedir (1).

Yaşlı nüfusta özkıyım riskini değerlendirirken bu grubun fiziksel kapasitede azalma, fiziksel ve zihinsel işlevsellikte kısıtlanma,  günlük yaşam aktiviteleri için başkalarına duyulan gereksinimde artış gibi, benzer kaçınılmaz güçlükleri olduğunu hesaba katmak da çok önemlidir. Bu bölümde ileri yaşta özkıyımla ilgili epidemiyolojik veriler, özkıyımla ilgili risk faktörleri ve özkıyım davranışının önlenmesi ya da gelecekte özkıyım oranlarının uluslarası düzeyde azaltılabilmesi ile ilgili önerilere yer verilmiştir.

Epidemiyoloji

Ölümle Sonuçlanan Özkıyım Davranışı:

Uluslarası düzeyde özkıyım oranları yaşla birlikte artar ve en yüksek oranlar 65 yaş üzerindeki bireylerdedir (2).  65 yaş üzerinde erkeklerde genel toplumda beklenen özkıyım oranının 5 katı, 85 yaş üzerinde 6 katı olduğunu bildiren çalışmalar vardır. Genel olarak 75 yaş ve üzeri nüfusta özkıyım oranları ise, 25 yaş altındaki genç gruba göre yaklaşık 3 kat yüksektir. Ancak bu patern yine de tüm ülkeler için geçerli değildir. Son 30 yıl içerisinde uluslarası eğilimlerde belirgin değişiklikler olmuş ve Anglo-Sakson ülkelerinde özellikle de ABD’de ve beyaz erkekler arasında, özkıyım oranlarında %50 azalma olmuştur. Buna karşın daha genç yaş grupları arasında, oranlarda artış olduğu kaydedilmiştir. 1960-1990 yılları arasında özellikle Asya ülkelerinde ve daha az olarak da Avrupa ülkelerinde, yaşlı özkıyımlarının gençlere oranının belirgin bir şekilde arttığı tanımlanmaktadır (1). 1980 yılından bu yana 75 yaş ve üzeri bireylerde özkıyım artış oranlarının en yüksek  olduğu ülkeler, Latin ülkeleri, Finlandiya ve İrlanda olmuştur. Buna karşın Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada ve ABD gibi Anglo-Sakson ülkelerinde 15-24 yaş arası bireylerde özkıyım oranları artmış, yaşlı grupta ise bu oranlarda azalma gözlenmiştir. 1970-1980 dönemi gözden geçirildiğinde hem 65 yaş, hem de 75 yaş ve üzeri grupta en yüksek özkyım hızına sahip olan ülkenin Macaristan olduğu görülmektedir. Bu ülkede özkıyım hızlarının 75 yaş üzeri erkeklerde yüzbinde 202.7, kadınlarda 90.6 olduğu bildirilmiştir.

Türkiye’de 1974 yılından beri tüm yerleşim yerlerinde Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) tarafından derlenen özkıyımlar yılda bir yayınlanan bir kitapçıkta ayrı bir yayın olarak basılmaktadır. 1974’den, 1998 yılına kadar tüm toplumda özkıyım oranlarının %100 arttığı bildirilmiş ve özkıyım özellikle kent merkezlerinde olmak üzere giderek büyümekte olan bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir (3). Yaşlı özkıyım oranları ile ilgili olarak, DİE’nin 1977-1992 arası kayıtları incelendiğinde, bu oranın 65-74 yaş arası grupta, yıllara göre yüzbinde 3-6, 75 yaş üzeri için yüzbinde 4-9 arasında değiştiği anlaşılmaktadır. Türkiye genelinde tüm yaş grupları için sıklık, DİE’nün 1995 yılı verilerine göre yüz binde 2.37, 1997 istatistiklerine göre ise 3.18 iken, 65 yaş ve üzeri yaş grubunda bu rakam 1995 yılı için 5.62’dir.

Yaşlı grupta genel olarak özkıyım oranlarındaki yükseklik, hem erkek hem de kadınlar için geçerlidir. Ancak tüm dünyada yaşlı grupta erkeklerde, tamamlanmış özkıyım oranları kadınlardan daha yüksektir. Genel olarak erkek/kadın oranları yaşla birlikte artar; gençlerde bu oran uluslara göre farklılıklar olmakla birlikte, 3:1 iken, 85 yaş üzerinde 12:1’e yükselir (1).

Asya ülkelerinde hem erkek hem kadınlarda, yaşlı/genç özkıyım oranları daha yüksek bildirilmektedir. Örneğin Japonya’da yaşlı/genç oranları 8.7, Hong Kong’ta 7.3, Singapur’da 5.9’dur. Asya ülkelerinde ayrıca kadınlardaki oranlar Anglo-Saxon uluslarına göre daha yüksektir. Yeni çalışmaların sonuçlarına göre Çin’de kırsal bölgede, 75 yaş üzeri kadınlarda İngilizce konuşulan ülkelere göre tamamlanmış özkıyım riski daha yüksek bulunmuştur. Ayrıca Çin’de özkıyım yolu ile ölmüş kadınların daha az bir bölümünde öldükleri zaman depresyon ya da başka bir ruhsal hastalık olduğu saptanmıştır. Bütün bu veriler, Asya ülkelerinde dünyanın diğer bölgelerinde gözlenmeyen bir cinsiyet dağılımı olduğunu ve Asya uluslarının sosyokültürel ortamının kadınlarda, tamamlanmış özkıyımları artırdığını düşündürmektedir.

Özkıyım düşünceleri ve girişimleri:

Yaşlı nüfusta özkıyım düşünceleri ve girişimleri, gençlere göre daha az sıklıkta bildirilmektedir. Yaş bakımından girişim ve tamamlanmış özkıyım sıklığı eğilimi arasında birbirine zıt bir durum söz konusudur. Yaş arttıkça özkıyım sıklığı artarken, girişim sıklığı giderek azalır ve yaşlılarda en düşük düzeye gelir. Genel popülasyonda girişim/tamamlanmış özkıyım oranları 8:1 ile 15:1 arasındayken, ileri yaşta bu oran 4:1, gençlerde ise 200:1’dir.  WHO (Dünya Sağlık Örgütü) /EURO Çok Merkezli Özkıyım Davranışı  çalışmasında özkıyım girişimlerinin tümünün %9’unun yaşlı, %50’sinin ise 15-34 yaş grubu bireyler tarafından gerçekleştirildiği bulunmuştur. Tüm yaş grupları göz önüne alındığında, kadınlarda genel olarak girişim oranlarının, erkeklere göre çok daha fazla olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada yaşlı kadınlarda genç kadınlara göre, girişim oranın 4 kat daha düşük olduğu saptanmıştır. Benzer şekilde erkeklerde de girişim oranı, yaşlılarda gençlere göre 3 kat daha düşük bulunmuştur. İzlem çalışmalarında da, yaşlılarda özkıyım girişimlerinde bulunanların %3.6 ile %11.1’inin tekrar girişimde bulunduğu, %5.5-12.7’sinde ise tamamlanmış özkıyımla sonuçlandığı bildirilmiştir.

1998-2001 yılları arasında WHO/EURO çok merkezli bir çalışmanın parçası olan bir araştırmada tüm yaş grupları için, Ankara-Mamak bölgesinde özkıyım girişimlerinin sıklığı ilk yılda yüzbinde 57.9, dördüncü yılda yüzbinde 112.1 olarak bulunmuştur (4).

Genel olarak yaşlı bireylerde ölüm düşüncelerinin genç nüfusa benzer sıklıkta görüldüğü sanılmaktadır. Bir çalışmada 65 yaş ve üzeri bireyden %3.1’i görüşmeden önceki 1 ay içinde gerçekten ölmeyi istediğini bildirmiştir. Bir başka çalışmada da yaşlı grupta ölüm isteği ve özkıyım düşücelerinin sırasıyla %15.9 ve %2.3 sıklığında görüldüğü ve en yüksek oranların 85 yaş ve üzeri grup ve kadınlarda olduğu bildirilmiştir. Genellikle yaşlılarda bildirilen bu rakamların, düşüncelerin subjektif doğası, hatırlama sorunları, ya da özellikle erkeklerde bu tür duyguların ifade edilmesine isteksizlik gibi nedenlerle, gerçek yaygınlığın daha altında olduğu öne sürülmektedir.

1998-2001 yılları arasında WHO/EURO çok merkezli bir çalışmanın parçası olan bir araştırmada Ankara-Mamak bölgesinde özkıyım girişimlerinin sıklığı ilk yılda yüzbinde 57.9, dördüncü yılda yüzbinde 112.1 olarak bulumuştur (4).

İleri yaş özkıyımlarında sosyo-kültürel özellikler

Kültür hayata ve ölüme yönelik temel tutumları ve özkıyıma yönelik anlayışları da şekillendirir. Epidemiyolojik çalışmalarda gözlenen uluslararası farklılıklar, ileri yaştaki özkıyımlarda, sosyal ve kültürel faktörlerin etkisiyle igili hipotezlere yol açmıştır. Yaşlı özkıyımlarında din, etnisite, sosyo-ekonomik durum, sosyal sistemler ve genel sağlık ve ruh sağlığı hizmetleri gibi alanlardaki farklılıklar özkıyım davranışını anlamak ve yordamaya yarayacak bilgiler sağlamaktadır. Özkıyım oranlarında çeşitli ülkelerde görülen oran farklılıkları, farklı dinlerin özkıyım davranışına nasıl baktığı ile ilgili olabilir.

Dini inanışın özkıyıma karşı koruyucu olup olmadığı Durkheim’ın 100 yıl önce derlediği bu konudaki görüşlerini içeren “İntihar” eserinden bu yana tartışılmaktadır. Aslında pek çok çalışma dinin özkıyımı engelleyici bir işlevi olduğunu göstermiştir (5). Bu durumun yaşamın kutsallığına yapılan vurgudan, dinin sosyal bağları kuvvetlendirici etkisine değin bir dizi neden tarafından şekillendirildiği öne sürülmektedir. Pek çok din özkıyımı onaylamaz. Örneğin Müslümanlık dininde ancak, hayatı bağışlayan Tanrı’nın onu sonlandırabileceği Kuran’da belirtilmiştir. Yine Ortodoks doktrininin benimsendiği Yunanistan’da da, örneğin özkıyım sonucu ölen kişilerin kutsal alana gömülmesine izin verilmemesi gibi, özkıyıma karşı teolojik yasalar vardır (akt. 1).

Buna karşın, bazı toplumsal inanışlarda özkıyıma olumlu bir değer atfedilmektedir. Örneğin törensel özkıyımın tasvip edildiği Japonya’da, kişinin yaşamına son vermesi- eğer kültürel olarak kabul gören bir nedene dayanıyorsa- kendini kontrol edebilmenin son aşaması ve sadece yaşam olaylarını değil, tüm kaderini de elinde tutuyor olmak anlamına gelir. Özkıyımın yüceltildiği ve yaftalanmadan (“stigmatization” /etiketlenme) çok bir şeref atıfı yapılan Japon toplumunda, özkıyım hızları halen çok yüksektir. Yine Budist görüş, Çin Kutsal Kitabı’nda özkıyımı yasaklamıştır, ancak Çin’de ve diğer Uzak Doğu ülkelerinde, dini bir motivasyonla kendini kurban etmek, saygıdeğer bir davranış olarak görülür.

Dinen özkıyımın onaylanmadığı kültürlerde oranların düşük, aksine özkıyımla ölüme, şeref, onur atfeden toplumlarda da oranların daha yüksek olacağı düşünülebilir. Nitekim özkıyımın sosyal açıdan kabul görmediği, yani kültüre hakim olan ana dinin özkıyımı yasakladığı ülkelerde, daha düşük özkıyım oranları bildiren çalışmalar bulunmaktadır. Bu ülkelerde dünya genelinde en düşük özkıyım oranları görülür (Tablo 1). Bazı çalışmalarda da dini etkinliklerde bulunmanın koruyucu etkisi olduğu saptanmıştır. Örneğin kiliseye üye olmak ya da düzenli kiliseye gitmenin, özkıyım riskini 4 kez azaltabildiği ya da 50 yaş ve üzerinde dini aktivitelere katılmanın özkıyım risk oranlarını azaltabildiğine ilişkin çalışma sonuçları da bulunmaktadır. Yine inançlı yaşlı bireylerde depresyon, alkolizm, ümitsizlik gibi özkıyım davranışı ile ilgili önemli risk faktörlerinin de daha az oranda görüldüğü bildirilmiştir (1). Ancak dini gruplarla bağlantılar ya da dini uğraşların olasılıkla cinsiyete bağlı bir koruyucu etkisi olduğu da bilinmektedir.  İleri yaştaki kadınların erkeklere göre daha fazla dindar oldukları ya da kilise etkinliklerine daha fazla katıldıkları ve özkıyım oranlarının da daha düşük olduğu dikkati çekmektedir. Yani dinin özkıyımla ilişkisini araştıran çalışamalar, dinin en çok kadınları özkıyımdan koruduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısı ile dinin özkıyım davranışı üzerindeki etkisini inceleyen, ancak cinsiyetin rolünü göz ardı eden çalışmaların sonuçları kafa karıştırıcı olabilmektedir.

Sonuç olarak özkıyım ve din arasında basit formüllerle açıklanamayacak bir ilişki olduğu ve karmaşık sosyal dinamikleri hesaba katan bir araştırma metodolojisinin gerektiği söylenebilir.  Dini inancın özkıyımdan koruyucu rolüne atıf yapan çalışmaların sayısı bir hayli çok olmakla birlikte bu koruyucu işlevin ne tür bir dinamiği harekete geçirerek gerçekleştiği konusundaki düşünceler hala tartışma aşamasındadır. Türkiye’de de din ve dindarlığın algılanma biçimleri, Batı toplumlarından büyük ölçüde farklılaşma göstermektedir (5). Özgül kültürel etkenleri hesaba katmadan yapılan genellemeler, sonraki çalışmalarda teyit edilememektedir.

Toplumsal değişiklikler ve geleneksel aile yapısındaki bozulmanın, ileri yaş özkıyımlarındaki artışa katkıda bulunabileceği öne sürülmektedir. Örneğin Türkiye ve Hong Kong’da sanayileşme ve toplumun batılılaşması sürecinde, aile yapısında değişiklikler olmuştur. Aile, daha öncesinde temel sosyal birim iken, zaman içinde geleneksel büyük aile yapısı, yerini çekirdek aile kavramına bırakmıştır.  Bu da sosyal yabancılaşmaya ve büyük aile içinde bağların gevşemesine yol açmış ve yaşlı bireylerin yalnız kalmaları ile sonuçlanmıştır (6). Asya uluslarında yaşlı bireylerde özkıyım oranlarının daha yüksek olması, bu kültürlerde genç kuşağın yaşlı yakınlarına iyi baktığına ilişkin gözlemlere ters düşmektedir. Bu durumun nedeni ile ilgili olarak öne sürülen bazı görüşler, genç kuşağın yaşadığı ekonomik baskılar ya da batılı olma çabası ve iki kuşağın çatışan beklentilerinin, çoğunlukla genç kuşağa ekonomik ve duygusal anlamda bağımlı olan yaşlı kuşağın hayal kırıklığı ve yalnızlığı ile sonuçlandığı yönündedir. Yine Tayvan ve Hong Kong’da artan göç ve ebeveynlerden ayrı yaşamaya eğilim, daha fazla sayıda yaşlının, devletin hastalık ya da fizik özürler için de oldukça kısıtlı olan desteği eşliğinde kendi başlarına kalmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda, Batı’da yaşlılar için düzenlenmiş sosyal yardım sistemlerinin Doğu’ya göre daha iyi düzeyde olması, Asya ülkelerindeki yaşlıların yüksek özkıyım oranlarını açıklayabilir. Benzer şekilde Anglo-Sakson uluslarındaki yaşlı özkıyım oranlarındaki düşüş, yaşlılarla ilgili politik ve sosyal eylemlerde gelişmeler, sosyal güvencenin artması ve psikiyatrik hizmetlerin düzelmesi ile ilişkili olabilir. Bazı çalışmalarda göçmenlerde özkıyım paternleri bakımından kendi ülkelerinin özelliklerinin korunduğuna, bazılarında ise köken aldıkları ülke ile göç ettikleri ülke arasında bir yerde olduğuna ilişkin sonuçlar elde edilmektedir. Amerika’daki Asyalı göçmenlerde yine düşük erkek/kadın özkıyım oranlarının bulunması ve ateşli silah yerine ası yönteminin daha sık kullanılması, buna örnek olarak verilebilir.

İleri Yaşta Özkıyımla İlişkili Düşüncelerin Değerlendirilmesi ve Özkıyım Davranışının Özellikleri

Yaşamın geç dönemlerinde ölüm düşünceleri çok sık bulunmakla birlikte, özkıyıma ilişkin düşünce ya da niyetin açığa vurulması oldukça nadirdir (2). Bu nedenle psikiyatrik bozukluğu olan yaşlı hastalarda, özkıyımla ilişkili düşüncelerin titizlikle değerlendirilmesi oldukça önemlidir.  Ayrıca yaşlılarda gençlerden farklı olarak özkıyım girişimlerinde ölme niyeti daha yüksektir. İngiltere’de yapılan bir çalışmada yaşlı bireylerde ölüm isteğinin, özkıyımı yordamada depresyonla eş büyüklükte etkisi olduğu saptanmıştır. Bir başka deyişle ileri yaştaki bireylerde kaydedilen bir girişim, büyük çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlanmış bir özkıyımdır. Yine bu durumu destekleyen başka veriler de kullanılan araçlarla ilgilidir. Kültürel farklılıklar olmakla birlikte genç yaş gruplarına göre daha şiddetli özkıyım araçlarının kullanıldığı bilinmektedir. Özellikle erkeklerde ası, ABD ve Avustralya ve Finlandiya’da ateşli silahlar, daha çok kadınlarda ve benzodiyazepinler başta olmak üzere ilaç intoksikasyonu, yüksek yerlerden atlama (özellikle Hong Kong ya da Singapur gibi Asya kıtasının büyük şehirlerinde), boğulma ya da organofosfatlar gibi tarım zehirlerinin kullanılması, yaşlı grupta tipiktir. Türkiye’de de DİE 1991 verilerine göre 65-74 yaş arasında özkıyımda, ası %63, yüksekten atlama %9, ilaç ve kimyasal maddeler %8 oranında kullanılmış, 75 yaş ve üzeri özkıyımlarda ise ası %56, yüksekten atlama %18,  ateşli silah kullanımı %8 olarak saptanmıştır.

Özkıyım riski olan hastada, genel olarak sorulması önem taşıyan sorular, özgül risk alanlarını değerlendirmek amacı ile üzerinde durulması gereken konularla ilgilidir (Tablo 2). Yaşlı grupta özkıyım riskinin belirlenmesinde ise, ruhsal muayenede adım adım yapılacak bir değerlendirme en iyi sonucu verecektir (2). Doktor öncelikle kişiye “Hiç yaşamaya değmediğini düşündünüz mü?” diye sormalıdır. Eğer yanıt evetse daha sonra “Hiç bu düşüncelere yönelik davranışlarınız oldu  mu”? diye sormak gerekir. Eğer oldu ise kendine nasıl zarar vermeyi planladığı sorulabilir. Eğer kesin planlar açığa çıkarılabildi ise, doktorun özkıyım girişiminde kullanılabilecek araçların kolayca ulaşılabilir olup olmadığını araştırması gerekir. Örneğin kendini silahla vurmayı düşünmüş olan bir hastaya ya da yakınına “Evinizde silah bulunduruyor musunuz?” diye sorulmalıdır. Yaşlı bireylerde özkıyım düşünceleri her zaman ciddiyetle ele alınması gereken bir durumdur; hastanın özkıyımı ciddi olarak düşündüğü anlaşıldığında ve araçların ulaşılabilir olduğu durumlarda da, tedavi ya da yatış gibi müdahaleler gereklidir.

Depresyona eşlik eden somatizasyon tanısı, hipokondriyak belirtiler ve süregen bedensel aşırı uğraşların yaşlı hastalarda daha yüksek özkıyım riski ile ilişkili olduğu da bildirilmiştir (7).

Yaşlı bireylerde özkıyım konusu ile ilgili özgül bir durum da “pasif” özkıyımdır. Yaşlı bireylerin kendilerine zarar vermeleri, kendini ihmal yolu ile de olabilir. Literatürde ayrıca “Sessiz”, “gizli” ya da “kronik” özkıyım şeklinde tanımlanan bu durumda, yaşlı bireylerde yemeyi reddetme ya da yavaş yavaş yeme-içmeyi azaltma, hayati ilaçları almama, bedensel hastalıklar için gerekli tedavileri geciktirmek ya da sağlıkla ilgili diğer konularda riskler alma şeklinde kendine zarar verme davranışları söz konusudur. Bu durumların fenomenolojik olarak özkıyım girişimi olarak tanımlanması konusu tartışmalıdır, ancak bu tür davranışlar farkedilmez ve aile ya da sağlık çalışanları tarafından ele alınmazsa, hastanın ölümü ile sonuçlanabilir. Yaşlı bireylerde bedensel sağlığın bozulması gençlere göre çok daha kolay olduğu için, kişi ölmeyi amaçlamış olsa da olmasa da, yaşamını büyük riske sokabilir. Bu davranışların yaşlı depresyon hastalarında yüksek oranda bulunduğunu bildiren çalışmalar vardır (8).

İleri Yaşta Özkıyım Riski

1)Demografik Faktörler

Ülkeler arasında özkıyım oranlarında belirgin farklılıklar bulunmasına rağmen, 65 yaş ve üzerindeki bireylerde tüm toplumdan daha yüksek oranların saptanması ve erkeklerde tamamlanmış özkıyım oranlarının daha fazla olması, uluslararası ortak olan eğilimlerdir.  Daha ötesi özellikle 80 yaş ve üzeri beyaz erkeklerde daha da artmakta ve keskin bir yükselme olmaktadır (9).

İleri yaşta yine düşük sosyoekonomik düzey de özkıyımla ilişkili bulunmaktadır. ABD’de yapılan bazı çalışmalar, fakirlik sınırının altında yaşayan yaşlı bireylerin yüzdesinin azalması, sağlık hizmetleri ulaşılabilirliğinin artması ve sosyal güvence ile sağlanan ekonomik korunmanın yükselmesinin, özkıyım oranlarını aşağı çektiğini göstermektedir. Ekonomik sıkıntının azaltılması, ABD’de yaşlı bireylerdeki özkıyım olasılığını azaltmıştır (akt. 1). 2)Klinik Risk Faktörleri

a) Psikopatoloji ile İlgili Faktörler:

Psikopatoloji ileri yaş özkıyımlarında en önemli risk faktörüdür. Yaşlı özkıyım kurbanlarının yaklaşık %75’inde, öldükleri sırada bir psikiyatrik bozukluk yaşadıkları bilinmektedir. Duygudurum bozuklukları, tamamlanmış özkıyımlarda en sık görülen psikiyatrik bozukluklardır  (10) ve yaşlı bireylerde özkıyım için bağımsız ve güçlü risk faktörleridir. Bir çalışmada 50 yaş ve üzerinde, özkıyım yolu ile ölmüş bireylerin %67’sinde, major depresyon olduğu bildirilmiştir. Ayrıca yaşlılarda daha sık görülen distimi ve minor depresyonda da özkıyım görülebilmektedir. Bir depresyon nöbeti düzeldikten sonrasında bile, ümitsizlik belirtisinin devam etmesinin, yaşlılarda özkıyım için risk oluşturabileceği öne sürülmüştür.

Şizofreni ise yaşlı özkıyımlarında yaklaşık % 6-17 oranında görülmektedir. Daha az oranda anksiyete bozuklukları, artmış özkıyım riski ile gidebilir. Özellikle yaşlı hastalarda daha sık görülen, anksiyete ve depresyon birlikteliğinin tanımlandığı anksiyete-depresyon sendromunda da, bu durum geçerlidir. Kişilik bozuklukları, özkıyım düşünce ve davranışları ile ilgili olabilir, ancak bu risk faktörü daha çok genç özkıyımları için geçerlidir.

Alkol kötüye kullanımı ileri yaş özkıyımlarında %3-44 arasında saptanmaktadır ve bu yaygınlık aynı yaş normal populasyondan daha yüksektir. Yaşlı özkıyımlarında alkol kötüye kullanımı ve depresyonun birlikte olması da özgül bir risk faktörü olarak karşımıza çıkabilmektedir. Bu birliktelikte alkol kötüye kullanımının depresyonun ortaya çıkmasını kolaylaştırdığı ya da depresyon belirtileri ile başa çıkabilmek için alkolün fazlaca kullanıldığı şeklinde, henüz netlik kazanmayan görüşler vardır.

b) Kişilik Özellikleri, Kişiler Arası İlişkiler ve Baş Etme Becerileri :

Bazı kişilik özellikleri ileri yaşta özkıyım için riski artırmaktadır. Ancak kişilik sorunları olan bireylerde eşlik eden bir psikiyatrik bozukluk yoksa, tamamlanmış özkıyım görülme olasılığı düşüktür.

Aktif ve bağımsız olmaya gereksinim, düşmanca tutumlar, obsesif ve anksiyeteli özellikler, esnek olamama, ümitsizlik ve çaresizlik hissi ve yeni deneyimlere açık olmama gibi özelliklerin, başta erkekler olmak üzere ileri yaşta özkıyım davranışı ile ilişkili olabileceği öne sürülmektedir. Tam tersi ileri yaşlarda kadınlarda değişikliklere uyum yapabilme kapasitesinin daha fazla olması, günlük yaşam aktivitelerinde kendine daha fazla yetebilmek, çocuklarına ya da torunlarına daha güçlü bağlar taşıma gibi özkıyıma karşı koruyucu olabilecek kişilik özelliklerinin daha çok bulunduğu bilinmektedir. Nitekim uyum yapabilme ve değişikliklerle başa çıkabilme yetisinin bulunmaması, ruhsal acıyı sözel olarak ifade edememe, yakın ilişkiler kuramama, başkalarına bağımlı olma ve yaşamla ilgili kararlarda kendi kontrolünün kaybolması özkıyım riski ile ilişkilendirilmektedir.

c) Daha Önceki Özkıyım Girişimleri:

Özkıyım girişimleri ileri yaşta tamamlanmış özkıyımın en önemli yordayıcılarındandır. Yaşlı bireylerde özkıyım yolu ile ölen bireylerin yaklaşık %15’inde daha öncesinde özkıyım girişimleri olduğu bildirilmektedir (11). Öncesinde bir ya da daha fazla özkıyım girişimini takiben tamamlanmış özkıyım görülme oranları, yaşlı bireylerde genç gruba göre daha yüksektir. Bu yaş grubunda özkıyımın olduğu dönemden en az 1 yıl öncesinde özkıyım girişimleri olduğu kaydedilmektedir. Daha öncesinde özkıyım davranışı olan bireylerde tamamlanmış özkıyımda, daha önceki aracın aynısının kullanılması olasılığı da yüksektir. Daha önce girşimde bulunan bireylerde tamamlanmış özkıyım riskini artıran faktörler, yalnız yaşama, bedensel hastalık, psikiyatrik hastalık, girişimde ölme niyetinin yüksek olması, çocuklukta baba kaybı, ümitsizliği başkalarına ifade etme isteği, uyum bozukluğunun olması ve antidepresan (AD) ilaçlarla sorun yaşama gibi faktörlerden söz edilmektedir (1).

d) Bedensel Hastalıklar:

Bedensel hastalık, her yaş için özkıyım girişimleri ve düşünceleri ile ilgili bir stresör olarak tanımlanmaktadır. Ancak yaşlılar için özkıyım-bedensel hastalık ilişkisi, daha belirgin bir durumdur. Ayrıca ileri yaşa gelmiş bireylerde, bedensel hastalık çok daha sıktır. Ancak bedensel hastalığın özkıyım davranışındaki etkisi tam olarak netleştirilememiştir, çünkü pek çok yaşlı bireyin bedensel hastalığı varken ancak küçük bir bölümünde tamamlanmış özkıyım görülür. Bedensel hastalık nadiren, özkıyım için kolaylaştırıcı bir faktör olarak görülmektedir. Olasılıkla depresyon ya da madde kötüye kullanımı gibi diğer bir psikiyatrik durum da varsa bedensel hastalık ikincil bir risk faktörü olarak etki  etmektedir. Gerçekten de depresyon ve bedensel hastalıkların birlikteliği, hemen tüm özkıyım düşünceleri, girişimleri ya da tamamlanmış özkıyımlarda bulunmaktadır.

Yaşlı grupta özkıyımla bedensel hastalık birlikteliği çok az sayıda kontrollü çalışmada araştırılmıştır. Bir çalışmada 60 yaş ve üzerinde özkıyım yolu ile ölmüş bireylerin %56’sında, kontrol grubun ise %16’sında ciddi bir bedensel hastalık olduğu saptanmıştır (12). Bedensel hastalığın, erkeklerde kadınlardan daha kuvvetli bir risk faktörü olduğu da bulunmuştur. Görme bozuklukları, nörolojik bozukluklar ve kanser hastalığının bağımsız önemli risk faktörleri olduğunu saptayan çalışmalar vardır (1).

3) Durumsal Risk faktörleri

a)Yaşam Olayları:

İleri yaşta özellikle de 75 yaş ve üzerinde yaşamın pek çok alanında koşullar güçleşmiştir ve bu durum özkıyım oranlarının artışına katkıda bulunabilir. Fizik sağlığın kötüleşmesi, otonominin azalması ve sık yaşanan kayıplar, yaşlılarda özkıyımı kolaylaştırabilir. Nitekim yalnızlık ve sosyal izolasyon özkıyımla ilgili diğer önemli risk faktörleridir. İzolasyonun en önemli nedeni de yas ve eş kaybıdır. Özkıyım sonucu ölen yaşlıların çoğu duldur ve eş kaybının önemli bir risk faktörü olduğu bilinmektedir (13). Ancak sayılan olumsuz yaşam olayları, yaşlılarda oldukça sıktır ve bazı yaşlı bireylerin bu durumlara daha iyi uyum yapabilirken, diğerlerinde baş etme mekanizmalarının neden yetersiz kaldığı henüz netlik kazanmamış bir konudur (1). Kayıplara verilen tepkinin özkıyım davranışı yönünde olup olmayacağı konusundaki belirleyicinin, bu tür yaşantıların sıklığı ve zamanlaması olduğu öne sürülmüştür. Bu konudaki çalışmalarda özkıyımla ilgili riskin, özellikle kayıptan hemen sonraki hafta ve aylarda en yüksek ve eşini kaybetmiş olan erkeklerde, kadınlardan daha fazla oranda olduğu bildirilmiştir. Özellikle eşlerinin tek sırdaşı ya da dert ortağı olduğunu bildiren ve eşlerinin kaybından sonra sosyal ilişkileri ve aktiviteleri çok azalan 75 yaş ve üstü yaşlı erkeklerde, mortalitenin daha yüksek olduğu bildirilmiştir. Yine bazı çalışmaların sonuçlarına göre, eğer eşin kaybı çok ani ya da beklenmeyen bir şekilde gerçekleşmiş ya da eş şiddetli bir homiside uğramışsa, uyum yapma daha zorlaşmaktadır. Eşini doğal yollardan ve özkıyımla kaybetmiş yaşlıları karşılaştıran çalışmalarda özellikle, 1 yıl sonunda özkıyımın etkisi ile ilişkili olan depresyon ve diğer olumsuz sonuçlarla ilgili farkın çok belirginleştiği saptanmıştır (13).   Özkıyım sonucu eşini kaybetmiş yaşlı bireylerde özellikle ilk yılın sonuna kadar yas sürecinin çok daha stresli geçtiği bildirilmiştir. Özkıyım girişimlerinin %13-44’ünde çözümlenemiş yas tepkisi olduğu bildirilmiştir. Özkıyım yolu ile ölen dul yaşlı bireylerin incelendiği bir çalışmada, özkıyım riskinin, eş kaybından sonraki ilk 4 yılda en yüksek olduğu, sonrasında azaldığı bildirilmiştir. Daha öncesinde psikiyatrik hastalığın olması, madde kötüye kullanımı öyküsü, major depresyon nöbetleri, dul yaşlı bireylerde özkıyım davranışına katkıda bulunabilir. Özkıyım sonucu ölen yaşlıların daha az kısmı ise bekar, eşinden  ayrılmış ya da boşanmıştır. Yalnız dul değil, hiç evlenmemiş yaşlı erkeklerde özkıyım daha yüksek oranda olduğu için evliliğin koruyucu etkisi olabileceği öne sürülmüş ve Asya, İngiltere ve ABD’de yapılan bazı çalışmalarda bu hipotezi destekleyen sonuçlar elde edilmiştir (1).

Özkıyımla ilgili olarak yalnız yaşama da, yaşlı bireylerde gençlere oranla daha kuvvetli bir risk faktörüdür. Özkıyım yolu ile ölen yaşlı bireylerin %24-60’ı yalnız yaşamaktadır. Ancak  yas ve kayıplardan hemen sonrasında araya giren bedensel ya da psikiyatrik hastalık varsa risk daha yükselmektedir.

Huzurevlerinde özkıyım nispeten nadir görülmektedir. Ancak bir huzur evine yerleşmekle ilgili olumsuz beklenti varlığında ya da huzurevine yeni yerleştikleri dönemde, yaşlılarda olasılık artabilmektedir. Uzun süredir huzurevinde yaşayan yaşlılarda özkıyım girişimi riski çok yüksek olmamakla birlikte, ölüm düşünceleri ve depresyon yüksek düzeylerde görülebilmektedir.

Emeklilik ileri yaş dönemlerinde emosyonel bir soruna yol açabilmektedir. Ancak çalışmalarda sadece emekli olmanın- eğer kişinin isteği dışında ve çok ani olarak gerçekleşmemişse- özkıyım için önemli bir risk oluşturmadığı saptanmaktadır. Yine de emeklilikten sonraki ilk ay özkıyım riskinin nispeten yüksek olduğu bir dönem olarak kabul edilmektedir.

b)Özkıyım Araçlarının Ulaşılabilirliği:

Özkıyım araçlarının ulaşılabilir olması durumunda tüm yaş grupları için risk artmaktadır. Silah sahibi olmanın kanunlar ile sınırlandırıldığı, arabalarda katalitik konvertörlerin kullanımının zorunlu tutulduğu, ilaç paketlerinin içerdiği toplam ilaç miktarının toksik olmayan bir düzeye indirildiği ülke ve bölgelerde özkıyım hızının düştüğü, buna karşılık özkıyım araçlarının ulaşılabilirliğinin artması ile özkıyım hızının arttığı gösterilmiştir (14). Özkıyım ile ölen kişilerin evlerinde bu tür araçların ulaşılabilirliği, kontrol grubuna göre daha yüksektir ve özkıyım aracı olarak evde bulunan bir silahın kullanılması için kişide bir psikopatoloji olmasının gerekmediği bildirilmektedir. Ülkemizde 1990 yılında silah bulundurma ve taşıma ruhsatı almaya ilişkin kanunların değiştirilmiş ve kolaylaştırılmış olması  ve sonrasında özkıyım aracı olarak ateşli silahların kullanımında son 10 yıl içinde artma olması, bu duruma iyi bir örnektir.

Özkıyım Girişimlerinde Risk Faktörleri

İngiltere’de yürütülen bir çalışmada, özkıyım girişiminde bulunan yaşlı bireylerin çoğunun 65-74 yaş grubunda olduğu ve 75 yaştan sonra belirgin azalma saptandığı bildirilmiştir. Duygudurum bozukluğu söz konusu olduğunda özkıyım girişimi riski 10 kat artmaktadır. 60 yaş ve üzeri bireylerde bir girişim sonrasında duygudurum bozukluğu varlığının saptanması da, farklı çalışmalarda %69-%80 olarak bildirilmiştir (1).

Geçmişte özkıyım girişimi öyküsü, ruh sağlığı ile ilgili tedavi görmüş olmak, sosyal ilişkilerin kısıtlı olması, ekonomik ve kişilerarası ilişkilere yönelik sorunlar ve çocuklukta olumsuz deneyimler, ileri yaşta özkıyım girişimi olasılığını artıran diğer faktörlerdir (15).

Yine yaşamın ileri dönemlerinde gerçekleştirilen özkıyım girişimleri kronik ilişki sorunları, başkalarına yük olma ile ilgili endişeler ve bakım verenlerle ilişkide gerginlik gibi faktörlerle ilişkilendirilmiştir.

Bir çalışmada çocukluk döneminde baba kaybı olması, ileri yaşta tekrarlayan özkıyım girişimleri ile ilişkili bulunmuştur (1). Devamlı psikiyatrik tedavi altında olmak ve kronik depresyon da kendine tekrar zarar verme davranışlarını yordayan faktörlerdir.

Özkıyım girişiminde bulunan yaşlı bireyin ortak özellikleri Tablo 3’de özetlenmiştir.

 

Özkıyım Düşünceleri ile İlgili Risk Faktörleri

Özkıyım düşünceleri bedensel hastalığı olan yaşlı bireylerde sık görülmektedir (1). Psikiyatrik bozukluklar da bu riski artırır. Bir çalışmada 70 yaş ve üzerindeki özkıyım düşünceleri olan bireylerden %80’ininde akut psikiyatrik bozukluk olduğu saptanmıştır. Özkıyım düşünceleri çeşitli çalışmalarda, depresyon tanısı (major ya da eşik-altı), depresyon belirtileri, anksiyete ve düşmanca tutumlar ile ilişkili bulunmuştur.

Bir çalışmada birinci basamağa başvuran yaşlı bireylerden depresyonu, eşlik eden alkol kötüye kullanımı ve anksiyetesi olanlarda, özkıyım düşüncelerinin çok yaygın olduğu ve bu bireylerde bedensel hastalık komorbiditesinin, hospitalizasyon  oranlarının ve ayaktan bedensel hastalık için başvuruların da daha yüksek olduğu bildirilmiştir (16). Orta-şiddetli düzeyde depresyonu olan yaşlı bireylerde kendine yönelik zarar verme davranışları ve bununla ilgili düşüncelerin, genel olarak depresyonun kendisinden çok öfke ve düşmanlık duyguları ile bağlantılı olduğu bildirilmiştir.

Ölüm isteğinin ya da bununla ilgili davranışların ilişkili bulunduğu diğer durumlardan bazıları Tabloda 4’te özetlenmiştir.

İleri yaşta özkıyım düşünceleri genellikle uzun süre devam eder ve yaşlı bireyler bu düşünce ya da niyetlerini paylaşmaya isteksizdir. Özellikle yaşlı erkeklerde duygularını ifade etmeme, aynı yaş kadınlardan daha belirgindir. Bu nedenle yaşlı özkıyımlarında olasılıkla çoğu zaman, daha öncesinde açığa vurulmamış ölüm düşüncelerinin bulunduğu varsayılabilir (1). Bu çalışmaların sonuçları, birinci basamakta çalışan hekimlerin, olguların çok az bir kısmında özkıyım düşüncelerini saptayabildiğini düşündürmektedir.

Yaşlı bireylerde klinik olarak önemli düzeyde depresyon sıklığının %10-20 civarında olduğu bildirilmektedir (1). Bu oranlar toplumda bağımsız olarak yaşayanlarda yaklaşık %10 iken, iskemik kalp hastalığı, inme, kanser, kronik akciğer hastalığı, artrit, Alzheimer ve Parkinson hastalığı gibi kronik hastalığı olanlarda %25 gibi daha yüksek oranlardadır.

Pek çok yaşlı bireyde de DSM-IV ya da başka tanı sınıflandırma sistemlerinin ölçütlerini karşılamayan depresyon belirtileri bulunmaktadır. Ulusal Sağlık Enstitüsü (National Institute of Health/NIH)’nün kayıtlarına göre ABD’de birinci basamak sağlık hizmetleri düzeyinde, depresyonu olan 6 yaşlı bireyden yalnızca birinde tanı konup uygun şekilde tedavi verilebilmektedir. Yaşlı bireylerde özkıyımları araştıran bir çalışmada, örneklemin sadece %8’inde ölüm öncesinde depresyon tanısı konarak yeterli AD tedavi verilmiş olduğu bildirilmiştir (1).

Yaşlı bireylerde depresyonun kolayca atlanması, somatik şikayetlerin daha çok eşlik etmesi ile ilgili olabilir. Geriatrik depresyon, fiziksel belirtilerin daha ağır olarak yaşanmasına yol açar, ancak pek çok yaşlı birey depresyonun psikolojik belirtilerini görmezden gelir ya da inkar ederler. Depresyon tanısını yaftalanma nedeni ile de reddedebilirler. Yaftalanma ile ilgili endişelerin özellikle erkeklerde daha fazla olduğu bilinmektedir.

Özkıyımın Biyolojisi

Özkıyımın etiyolojisinde genetik bir geçişin varlığını öne süren görüşlerden, beyin biyokimyası, nörotransmiterlere kadar öne sürülen birçok biyolojik neden vardır.

Özkıyım kurbanlarında postmortem çalışmalarda, beyin monoamin metabolizması, en önemli ilgi odağı olmuştur. En fazla veri, özkıyım davranışı ile serotonin (5-HT ) sistemi arasındaki ilişkiyi destekleyen çalışmalardan gelmektedir. 5-HT ve onun metaboliti 5-hidroksi indolasetik asit (5-HIAA) doku düzeylerinin (örneğin frontal korteks), azaldığını bildiren çalışmalar olmakla birlikte, bunu doğrulamayan çalışmalar da olmuştur. Serotonerjik nöronlarda presinaptik bağlanmada azalma yanında, postsinaptik 5-HT tip 2 reseptör bağlanma bölgelerinde kompansatuvar artış bildiren, ya da normal kontrollere göre fark bulamayan çalışmalar vardır. Postmortem çalışmalarda özkıyım kurbanlarında prefrontal kortekste serotonin transporter (5-HT taşıyıcısı) bağlanma düzeyinin azalmış olduğu, 5-HT tip 1A reseptör bağlanmasının ise artmış olduğu bildirilmiştir. Özkıyım eğilimi olan depresyon hastalarında, prefrontal korteks hipoaktivitesinin daha fazla olduğu ve bunun da 5-HT aktivitesinde azalma ile ilişkili olduğu öne sürülmektedir.

Depresyonda beyin omurilik sıvısı (BOS) 5-HIAA düzeyi düşüklüğü ile özkıyım arasında ilişki olduğu bildirilmiştir. 5-HIAA düzeyi düşüklüğünün özellikle şiddetli yollar (ası, ateşli silah, yüksekten atlama gibi) kullanılarak gerçekleştirilen, planlı ve ölüm olasılığı yüksek özkıyım girişimleri ile ilişkili olduğu da bildirilmiştir. Düşük 5-HT aktivitesinin hem özkıyım, hem de impulsif agresyon ile ilişkili olduğu sanılmaktadır. 

Özetle özkıyım davranışının, merkezi 5-HT sisteminde bozukluk ile ilişkili gibi göründüğü ve 5-HT metabolizması yaşa duyarlı olduğu için, biyolojik yaşlanmanın da özkıyım riskine katkıda bulunduğu söylenebilir. Bu nedenle yaşlı bireylerde özkıyımın nörobiyolojik alt yapısı, gençlerden farklı olabilir.

Bazı çalışmalarda ise noradrenerjik sistemde regülasyon bozukluğu ile özkıyım arasında ilişki olduğu öne sürülmekte; frontal kortekste, beta adrenerjik reseptör bağlanmasında artış olduğu bildirilmektedir. Özkıyım kurbanlarında lokus seruleusta noradrenerjik nöron sayısında azalma olduğu, sinaptik noradrenalin azalmasına ikincil olarak, alfa 2 reseptör sayısında artış olduğuna ilişkin bulgular, noradrenerjik sistem aktivitesi azalması ile özkıyım eğilimi arasında bir ilişki olduğunu düşündürmektedir. Ancak bu alandaki veriler serotonerjik sisteme göre daha azdır.

Dopaminerjik sistem de araştırılmış ve bir çalışmada tekrarlayan özkıyım girişimi olan hastalarda, BOS’ta 5-HIAA ve dopamin metaboliti homovanilik asit (HVA) düzeylerinin daha düşük olduğu bulunmuştur. Bu bulgularla BOS 5-HIAA ve HVA düzeylerinin, daha önce özkıyım girişimi olan depresyon hastalarında, özkıyım riskini yordamada bir belirleyici (marker) olabileceği öne sürülmüştür.

Yeni çalışmalarda özkıyım davranışı görülen psikiyatrik hastalarda serum kolesterol düzeyinin düşük olduğu bulunmuştur.

Özkıyımla ilgili genetik çalışmalar

Psikiyatrik bozukluklarda olduğu gibi özkıyım davranışında da ailesel yatkınlık söz konusudur. Özkıyım davranışında büyük oranda ailesel geçiş olduğu, monozigotik ikizlerde hem özkıyım, hem de özkıyım girişimlerinin büyük oranda konkordans gösterdiği saptanmış ve ikiz ve evlat edinme çalışmalarının sonucunda özkıyım davranışının yüksek oranda kalıtılabilir (“heritable”) olduğu bildirilmiştir (17).

Tamamlanmış özkıyım olgularında, ailede özkıyım girişimi oranlarının artmış olduğu ve özkıyım girişiminde bulunanların ailelerinde de tamamlanmış özkıyım oranlarının yüksek olduğu bildirilmiştir. Özkıyım davranışı ile ilgili aile öyküsü, hastadaki özkıyım davranışı ile ilişkili bulunmaktadır. Özkıyım girişiminin ailesel olarak aktarılışının, psikiyatrik bozukluğun ailesel geçişinden bağımsız olduğu da bilinmektedir. Hasta ve ailesinde görülen impulsif agresyonun, ailedeki özkıyım davranışı yüklülüğü ile ilişkili olduğu da aile çalışmalarında saptanan bir diğer bulgudur (17).

Özkıyım davranışına yatkınlığı araştıran moleküler genetik çalışmaların neredeyse tümü, düşük serotonerjik sistem aktivitesi ile özkıyım davranışının ilişkisini gösteren kanıtlar ışığında, 5-HT sistemi üzerine odaklanmıştır. Üzerinde en çok çalışılan aday genler üç alt grupta sınıflanabilir: 1) 5-HT sentezinde hız kısıtlayıcı enzim olan triptofan hidroksilaz geni (TPH) 2) 5-HT’nin presinaptik nörona geri alınımını düzenleyen serotonin taşıyıcısı geni (5 HTT) ve çeşitli serotonin reseptörleri genleri 3) 5-HT yıkımında rol oynayan enzimleri kodlayan genler (MAOA).

TPH’nin özellikle bir polimorfizmi (A218 nukleotid polimorfizmi) beyaz ırkta, özkıyımla ilgili davranışlarla ilişkili bulunmuştur. Yeni bir çalışmada ise şiddetli yollar kullanılarak gerçekleştirilen özkıyım olgularında TPH  A218C polimorfizmi çalışılmış ve daha az aktif genotipin (CC), 65 yaş üzerindeki bireylerde (gençlerde değil) daha fazla sıklıkta olduğu bulunmuştur (18). Bu bulgularla ilgili genetik polimorfizmin ve yaşlanma ile ilgili fizyolojik değişikliklerin birarada özkıyıma predispozisyon oluşturmuş olabileceği de öne sürülmüştür.

Öte yandan TPH ve özkıyım davranışı arasındaki ilişki, tüm çalışmalarda tutarlı olarak bulunamamıştır.

 TPH ‘nin genel olarak özkıyım davranışı ile ilgili olduğu, 5-HTT’nin şiddetli yollar kullanılarak gerçekleştirilen ve tekrarlayan özkıyım girişimleri ile ilişkili olduğu, MAO A  polimorfizminin ise varolan özkıyımla ilgili fenotipin, şiddetli bir özkıyım davranışına dönüşünü kolaylaştırdığına ilişkin görüşler de vardır. (19) Bu görüş, olası aday genlerin birbirleri ile etkileşimi olduğunu ve özkıyımla ilgili fenotipleri farklı eşiklerde tanımlamanın, özkıyım riski taşıyan bireylerde ölüme ilerleyişi yordamayı kolaylaştırabileceğini öne sürmektedir. Yine bu hipoteze göre TPH öfke üzerinden iş görür, 5-HTT duygulanımda oynaklık, impulsivite ve anksiyetenin regülasyon sürecinde etkilidir. MAOA ise agresivite ile ilişkilidir.

Bu psikobiyolojik özellikler (“trait”), özkıyım sürecini farklı özgül düzeylerde etkiler. Özkıyım düşüncelerine öncülük eden olumsuz düşüncelerden sorumlu emosyonel regülasyon bozukluğu 5-HTT tarafından indüklenir. Yanısıra emosyonel regülasyon bozukluğu impulsivite ile de ilişkili olabilir ve tekrarlayan özkıyım girişimi için riski artırabilir. TPH özkıyım davranışlarına, öfkeyle ilgili predispozisyonu daha da artırarak kantitiatif duyarlılık yaratır. Son olarak MAOA agresivite üzerindeki etkisi göz önüne alındığında,  özkıyım davranışı gerçekleşmek üzere iken, yani sürecin en sonunda, davranışın ne kadar şiddet dolu olacağını belirler.

Özet olarak henüz aday genler üzerindeki çalışmalar olgunlaşmamıştır denebilir. Ara fenotipler ya da diğer adı ile endofenotipler (kişilik özellikleri, nöropsikolojik özellikler, ya da beyin görüntüleme çalışmaları bulguları gibi) kullanılarak yapılacak büyük örneklemli çalışmalarda özkıyım davranışının genetik belirleyicilerinin netleştirilmesi mümkün olabilecektir.

İleri Yaşta Özkıyımın Önlenmesi

Özkıyım riski, kişinin yakın bir gelecekte kendini öldürmesi olasılığıdır. Özkıyım, her zaman olmasa bile, aslında önlenebilir bir ölüm nedenidir, çünkü özkıyım davranışı ile ilgili birçok risk faktörü bilinmektedir ve bu risk faktörlerine yönelik önlemler almak mümkündür.  Yaşlılarda tamamlanmış özkıyımların % 90’ının son 3 ay, %50’sinin ise son 1 hafta içinde bir doktor ile görüşmüş oldukları bildirilmektedir (1). Öte yandan yaşlı özkıyımlarında sadece % 13 olgunun yaşam boyu psikiyatrik tedavi aldığı da bilinmektedir. Daha ötesi psikiyatrik bozukluğu olan yaşlıların çok az bir bölümü psikiyatra başvurmakta ve genellikle birinci basamak hekimlerini tercih etmektedirler.

Geriatrik psikiyatride birikmiş mevcut bilginin belki de en az olduğu alan, ileri yaş özkıyımlarıdır. Psikiyatrik bozukluklarda demografik farklılıkların etkisini göz ardı etmek, alandaki tanım ve kavram karmaşası ve tedavi alanındaki kontrollü klinik çalışmalarda özkıyım riski altındaki bireylerin dışlanması gibi nedenler, bilgi yetersizliğine yol açmaktadır. Klinisyenlerin geriatrik özkıyım konusunda titizlikle eğitilmemeleri, sorunu büyütmektedir. Hekimlerde gerekli eğitimlerin verilmesi ile özkıyım konusunda yeterli bilgi, tecrübe birikimi sağlanıp, bunun sonucunda da  birinci basamakta iyi bir risk değerlendirmesi yapılabildiğinde, özkıyım olgularının önceden yakalanabileceği öne sürülmektedir. Özkıyımın önlenmesi, öncelikle depresyonun önlenmesi ve tanı ve tedavi ile ilgili bilgilerin geliştirilmesi ile ilgilidir. Nitekim geriatrik depresyonun tanı ve tedavisi ile ilgili bilgilerin ve özkıyım risk değerlendirmesine ilişkin eğitimlerin artmasının, özkıyım oranlarını azaltacağını düşündüren çalışma sonuçları vardır (20). Ancak şu an için hala yüksek olan geriatrik özkıyım oranları, eğitimler ve risk değerlendirmesinde olumlu gelişmelerin oldukça yavaş gerçekleştiğini düşündürmektedir.

ABD’de belli bölgelerde, aktif psikiyatrist, psikolog, sosyal hizmet uzmanı ve psikiyatri hemşiresi sayısı ile özkıyım hızlarının ters orantılı olduğu da bildirilmiştir. Ancak yaşlı hastalar özellikle de erkekler, ruh sağlığı kliniklerine başvurmaya, yaftalanma endişesinin de etkisi ile direnç gösterebilmektedirler.

Depresyonu olan çok yaşlı bireylerde bile tedavi mümkündür ve depresyonda AD’ların etkinliği iyi bilinmektedir, ancak buna rağmen, hekimlerin özkıyım düşüncelerini ve depresyon sendromlarını saptamakta birçok güçlük yaşadıkları bilinmektedir. Bu duruma yol açan nedenlerden biri yaşlı bireyler ya da yakınlarının, depresyon belirtilerini ve ölüm düşüncelerini yaşlanmanın ya da bedensel bir hastalığın doğal bir sonucu olarak değerlendirmeleridir. Ayrıca yaşlı bireyler, özellikle erkekler çökkün duygudurumun bir belirti olduğunu kabul etmekte zorlanmakta ya da depresyon belirtilerini anlatmaya isteksiz olmaktadırlar. Diğer bir önemli faktör de hekimlerin yaşlı bireylerde daha çok bedensel sorunlara odaklanmaları ve ruhsal morbidite üzerinde fazla durmamalarıdır. Depresyon belirtilerinin taranması birinci basamak sağlık hizmetlerinde hastaya ayrılması gereken zamanı uzatmaktadır. Nitekim zaman kısıtlılığının depresyonun etkin bir şekilde tedavi edilebilmesine engel olduğu öne sürülmektedir.

Depresyon belirtilerinin etkin şekilde tedavi edilmesi, ileri yaş özkıyımlarının önlenmesinde en önemli adımlardan biridir. Pek çok AD ilaç etkin olabilse de, serotonin geri alım önleyicileri yan etki profili daha olumlu olan ve özkıyım amacı ile yüksek doz alımda da güvenli olmaları nedeni ile en çok tercih edilen gruptur. Genel olarak depresyon tedavisinde AD’ların etkisi (belirtilerde %60-70 düzelme), plaseboya (%30-40) üstün bulunmaktadır (1). İdame tedavisinde nüksleri önleme bakımından da plasebodan üstündür. Öte yandan AD’ların klinik etkinliğinin henüz bütünüyle ortaya çıkmadığı ilk 4-5 hafta, hastanın sıkıntılarının, yeti yitiminin henüz devam ettiği, ilaca uyumunun azalabildiği ve özkıyım davranışları ya da özkıyım için riskin yüksek olduğu bir dönemdir. Bu nedenle tedavi yanıtını hızlandırmak üzere yeni stratejiler planlanmalı ve hastada başlanılan AD’ a, yeterli süre geçtiği halde yanıt alınamamışsa, bunun hızlıca farkedilmesine çalışılmalı ve doz artırımı ya da ilaç değişikliği gibi sonraki adımlara geçilmelidir. Duygudurum düzenleyici bir ilaç olan lityumun genç yaş gruplarında yapılan çalışmalarda özkıyım girişimlerini (6-15 kat) ve özkıyımları (3-17 kat) azaltabildiği bulunmuştur, ancak yaşlı bireylerde lityumun özkıyım davranışına etkisi ile ilgili kontrollü çalışma yoktur. Lityumun agresyon davranışının kontrolünü sağlayarak, tedavi uyumunu artırarak ya da depresyonun uzun dönemde nüks etmesini önleyerek özkıyım davranışında olumlu etkisi olabileceği öne sürülmektedir (1). Bir atipik AP olan klozapinin anti-suisidal etkisine ilişkin kanıtlar vardır.

Elektro-konvulsif tedavi (EKT)’nin major depresyonda etkinliği çok iyi bilinmektedir (21). EKT şiddetli depresyonu olan, bedensel hastalıkların eşlik ettiği ya da psikotrop ilaçların tolere edilemediği durumlarda, yaşlı hastalarda kullanılmaktadır. Kardiyovasküler hastalıklar, inme gibi bedensel hastalık komorbiditesi ve çok yaşlı hastalar dahil olmak üzere geriatrik depresyonda pek çok durumda etkin ve güvenli olduğu bildirilmektedir. Kısa dönem etkinliği ile ilgili pek çok veri olmakla birlikte, idame tedavisindeki yeri ile ilgili az sayıda kanıt vardır ve özkıyım davranışının önlenmesindeki yerine ilişkin bigi yoktur.

Hafif-orta şiddetteki psikotik olmayan depresyonlarda, kişilerarası psikoterapi, bilişsel davranışçı terapi ve problem çözme terapilerinin AD’lar kadar etkin olabildiği, hatta bilişsel davranışçı terapinin özkıyım düşünceleri olan hastalarda etkin olabildiği bildirilmektedir. Ancak psikoterapiler çalışmalarda çoğu zaman AD’larla birlikte kullanıldığı için, her ikisinin etkisini birbirinden ayırdetmek çok zordur.

Özetle birinci basamakta geriatrik depresyonun tanı ve tedavisinde son dönemde kaydedilen gelişmeler ya da özkıyımı önleyici etkileri olduğu düşünülen lityum, klozapin ve diğer AP ilaçlar, AD’lar ve EKT gibi somatik tedaviler ya da psikoterapi, bugüne değin yaşlılardaki özkıyım oranlarının düşmesini sağlayamamıştır (22). Özkıyımı önleme çabaları içerisine, özellikle psikiyatrik sorunlar için yardım aramayı kolaylaştırabilecek yaftalanma sorununu aşma amaçlı, toplum tabanlı eğitimlerin (toplum seminerleri, bu alandaki medya programları gibi) geliştirilmesi de dahil edilmelidir (22).

Sonuç

Özkıyım davranışında risk değerlendirmesi her zaman kolay olmamaktadır, ancak birinci basamakta geriatrik depresyonu tanımak ve etkin şekilde tedavi edebilmek, yaşlı bireylerde özkıyım oranlarını azaltmanın şu an için bilinen en etkin yoludur (Tablo 5).


 

Kaynaklar

1.De Leo D, Spathonis K . Suicide and Suicidal Behaviour in Late-Life. De Leo D, Bille-Brahe U, Kerkhof  A ve Schimidtke A(eds). Suicidal Behavior: Theories and Research Findings. Göttingen:Hogrefe & Huber 2004,  Germany. s. 253-286.

2.Blazer DG. The Psychiatric Interview of Older Adults. Blazer DG, Steffens DC, Busse EW (eds) The American Psychiatric Publishing Textbook of Geriatric Psychiatry. 3. Baskı. Arlington, VA, American Psychiatric Publishing, Inc. 2004; s.165-177.

3. DİE. İstatistiklerle Türkiye 2000. T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Ankara.

4. Devrimci-Ozguven H, Sayıl I  Suicide attempts in Turkey: Results of the WHO-EURO Multicentre Study on Suicidal Behaviour. Can J Psychiatry 2003, 48:324-329.

5. Sayar K. İntihar ve İnanç sistemleri. Yeni Symposium Dergisi 2002 40: 100-104.

6.Sayil I, Aydemir Ç. Elderly people and suicide in Turkey. D. De Leo (Ed.). Suicide and euthanasia in older adults: A transcultural journey. Göttingen: Hogrefe & Huber 2001, s. 89-95.

7. Koenig HG, Blazer DG. Mood Disorders. Blazer DG, Steffens DC, Busse EW (eds) The American Psychiatric Publishing Textbook of Geriatric Psychiatry. 3. Baskı. Arlington, VA, American Psychiatric Publishing, Inc. 2004; s.241-268.

8. Fitzpatrick JJ. Signs of silent suicide among depressed hospitalized geriatric patients. J Am Psychiatr Nurses Assoc 2005; 11: 290-292.

9. Turvey CL, Conwell Y, Jones MP ve ark. Risk factors for late-life; a prospective community-based study. Am J Ger Psychiatry 2002, 10: 398-406.

10. Waern M, Rubenowitz E, Runeson B ve ark. Mental disorders in elderly suicides: A case-control study. Am J Psychiatry 2002, 159:450-455.

11. Kjolseth I, Ekeberg O ve Teige B. Suicide among the elderly in Norway. Tidsskrift Nor Laegeforen  2002, 122: 1457-1461.

12. Conwell Y, Lyness JM, Duberstein P ve ark. Completed suicide among older patients in primary care practices: a controlled study. J Am Ger Soc 2000; 48: 23-29.

13. Thompson LW, Kaye JL, Tang PCY ve ark. Bereavement and Adjustment Disorders. Blazer DG, Steffens DC, Busse EW (eds) The American Psychiatric Publishing Textbook of Geriatric Psychiatry. 3. Baskı. Arlington, VA, American Psychiatric Publishing, Inc. 2004; s. 319-338.

14. Moscicki EK. Epidemiology of suicidal behavior. Suicide Life Threat Behavior 1995; 25(1):22-35.

15.Beautrais AL. A case control study of suicide and attempted suicide in older adults. Suicide and Life Threatening Behavior  2002; 32:1-9.

16. Bartles SJ, Coakley E, Oxman TE ve ark. Suicidal and death ideation in older primary care patients with depression, anxiety and at-risk alcohol use. Am J Ger Psychiatry 2002, 10: 417-427.

17. Brent DA, Mann J. Family Genetic Studies, Suicide, andSuicidal Behavior. Am J Med Gen C  (Semin. Med. Genet.) 2005; 133C:13–24.

18. Stefulj J, Kubat M, Balija M ve ark. TPH gene polymorphism and aging: Indication of combined effect on the predisposition to violent suicide. Am J Med Gen B: Neuropsychiatric Genetics (baskıda)

19.Courtet P, Jollant F, Castelnau D ve ark. Suicidal Behavior: Relationship Between Phenotype and Serotonergic Genotype. Am J Med Gen C  (Semin. Med. Genet.) 2005; 133C:25–33.

20. Ziervogel A, Pfeiffer T, Hegerl U. How Effective is Advanced Training Concerning Depression and Suicidality among the Elderly? Results of a Pilot Study. Arch Suicide Res 2005; 9:11–17.

21. America Psychiatric Association. Practice Guideline for the treatment of psychiatric disorders. Compendium. Washington, DC: Author. 2000

22. Heisel M, Duberstein PR. Suicide Prevention in Older Adults. Clin Psychol Sci Prac 2005; 12: 242–259.

 

 

 

 

Indeks sözcükler:

 

Özkıyım

Özkıyım girişimi

Özkıyım düşüncesi

Yaşlı bireyler

İleri yaş

Geriyatri

Tedavi

Risk

Psikiyatrik bozukluk

Depresyon

Psikososyal faktörler

Özkıyım araçları

 

 

 

 

 


Tablo 1: Dinin koruyucu etkisi olduğu düşünülen ülkelerdeki özkıyım oranları (Her ülke için  en yeni mevcut kayıt)*

 

Ülke

Ana Din

75 yaş üzeri özkıyım oranları (yüzbinde)

Yıl

                                               En düşük özkıyım oranları olan ülkeler (<6.5 yüzbinde)

Arnavutluk

Müslümanlık

4.4

1998

Azerbeycan

Müslümanlık

2.5

2000

Kosta Rica

Katolik

3.7

1995

Ekvator

Katolik

5.2

1995

Mısır

Müslümanlık

0.2

1987

Yunanistan

Ortodoks

6.3

1998

İran

Müslümanlık

1.1

1991

Peru